Eser, kadın kimliğiyle ezilen bir dünyada yaşayabilen ve acımasız bir mağduriyet döngüsünü kıran, yeni bir hayata doğru adım atabilecek insanların güçlendirici öyküsüdür.
Kimlik; bireyin, toplumun, sınıfın, ırkın ya da bir varoluşun ve toplumsal cinsiyet rollerinin benlik saygısı ile ilgilidir. Cinsiyet kimliği söz konusu olduğunda ise bu kavram var olmak için bir onur mücadelesine bürünebilir. Kadın kimliği; ataerkil aile yapısının sosyal ve kültürel normları ile ilişkili, onurlu bir kimliktir ve genellikle kadınların erkeklerle olan sosyal ilişkilerinin parametreleri içinde tanımlanır. Bu nedenle, çoğunlukla kadın kimliği, cinsiyet eşitsizliğinin tesis edildiği ve meşrulaştırıldığı temeldir. Dolayısıyla, ataerkil bir yapı içinde inşa edilen toplumsal cinsiyet rolleri ve kimlik karmaşası kadınlar için krize yol açmaktadır.
Yüzyıllar boyunca ataerkillik; kadınların sessizliği, travmatik deneyimler, olumsuz benlik algısı, damgalama ve dışlanma için zemin hazırlamıştır. Bu minvalde ilk öne çıkan grup olan Afrika kökenli Amerikalı kadınların bu krizde kimlik duygusu kazanmak için ataerkil dünyalarla savaştıkları söylenebilir. Bu bağlamda, Alice Walker’ın ortaya koyduğu ve bu çalışmanın odak noktası olan “Renklerden Moru” Afrika kökenli Amerikalı kadınların yaşadığı baskıyı ve bu baskıya yönelik mücadeleyi gündeme getiriyor. Eser, 1982 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde basılmış, 1983 yılında da Pulitzer Ödülü’ne layık görülmüştür. 2019 yılında ise Doğan Kitap tarafından Türkçe ‘ye kazandırılmış olup (Çevirmenler: Senem Karagözoğlu, Aytaç Özgören), aynı zamanda “Mor Yıllar” adında bir filme de konu olmuştur.

Eserde metafor olarak kullanılan “mor”, benlik tarafından farklı tonlarda yansıtılan metafizik, sosyal ve kişisel yeniden doğuş anlamına gelmektedir. Siyahi kadınların özgürlük arayışındaki baskı, bu çalışmanın ana konusudur. Ayrıca Afrika kökenli Amerikalı kadınların tecavüz, ataerkil hâkimiyet ve beyaz üstünlüğüne karşı direniş biçimleri kendi bakış açılarıyla analiz edilmektedir. Kadın karakterlerin ataerkil ideolojiden uzaklaşmalarını sağlayan egemenlikten kurtulmak için kendi keşif ve gelişim yolculuklarında kullandıkları feminist perspektifler öne sürülmektedir. Kadınların kendine yeten ve bastırılmış bir kadın cinselliği ve kimliğinden nasıl kurtulduğuna dair bir örnek sunmaktadır.
Kimlik Krizi
Kimlik farklı dönemlerde, farklı kişiler tarafından tanımlansa da en temelde bir varoluşsal meseleye dayanmaktadır. Cinsiyet kimliği ise aslında bir onur arayışıdır. Bunun çok daha ötesinde kadın kimliği ise ataerkil aile yapısının sosyal ve kültürel normlarıyla ilişkili bir kimliktir ve genellikle erkeklerin kadınlarla olan sosyal ilişkileri zemininde tanımlanmaktadır (Berlant, 2008). Çoğu zaman kadın kimliği, cinsiyet eşitsizliği temelinde kurulur ve meşrulaştırılır. Ataerkil yapıda inşa edilen toplumsal cinsiyet rolleri ve kimlik karmaşası kadınlar için bir kriz oluşturmaktadır (Costello, 2005). Bu bağlamda Afrika kökenli Amerikalı kadınların kimlik kazanmak için ataerkil dünyalarla mücadelesi tarihin en bilinen krizidir. Afrikalı-Amerikalı kadınların yaşamları, sosyal ve psikolojik kısıtlama sistemi olan ırkçılık, cinsiyetçilik ve sınıfçılıktan eleştirel olarak etkilenmiştir. Çünkü siyahi olmak, kadın olmak, yeni bir kast, eşit olmayan bir güç ve ayrıcalık sistemine işaret etmektedir. Bu aynı zamanda siyah feminizm ortaya çıkarmıştır.
Tarihsel süreçte yaşanan cinsiyet krizinde feminist harekete ilişkin şu eğilimler ortaya çıkmıştır:
(a) Birinci Dalga Feminizm: Medeni haklar ve siyasi haklar,
(b) İkinci Dalga Feminizm: Cinsellik ve doğurganlıkla ilgili mücadeleler,
(c) Üçüncü Dalga Feminizm: Irk, kültür, sınıf, din, renk, etnik köken bazında farklı kadınlarında farklı sorunları kapsamında kadın kimliği ve ötesi.

Birinci Dalga Feminizm, Batı dünyasında 19. ve 20. yüzyılın başlarında meydana gelen feminist aktivite ve düşünce dönemiydi. Öncelikli olarak oy kullanma hakkı kazanmaya yönelik yasal konulara odaklandı. Bununla beraber yönetimde, eğitimde ve mülkiyette eşitliğe yönelik talepler ve mücadeleler kadınların yasal olarak daha iyi bir konuma kavuşmalarını beraberinde getirdi. İkinci Dalga Feminizm, Amerika Birleşik Devletleri’nde 1960’ların başında başladı ve yaklaşık yirmi yıl sürdü. Batı’da hızla yayıldı, sadece oy kullanma hakkını değil; kadınlar için eşitliği arttırmak amacıyla mücadele verdi. Bu dönemde feminist hareketin en önemli sloganlarından biri olan “kişisel olan politiktir” mesajı ortaya çıktı. Bu bağlamda özel alana yani daha çok kadınların ev içindeki cinsiyet rolleri nedeniyle (ve aynı zamanda aile temelli olarak) maruz kaldıkları eşitsizliklere, üreme özgürlüğüne ve cinsel özgürlüğe odaklanıldı. Üçüncü Dalga Feminizm ise 1990’ların ortalarında ortaya çıktı. 1960’larda ve 70’lerde doğmuş olan X kuşağı tarafından yönetildi. İkinci Dalga Feminist hareketin ötesine geçerek mutlak eşitlik istemine karşı farklılıkların dile getirilmesinin önemli olduğu ön plana çıktı ve kadın olmanın birleştirici gücüne odaklanıldı (Pinto, 2010).
Siyahi Feminizm ve Edebiyatın Yön Değiştirmesi
Kimlik krizi toplumsal cinsiyet krizi ile yakından ilişkilidir. Çünkü feminist meseleler sadece beyaz, heteroseksüel kadınların, ırkların ve sınıfların “deneyimi” ile belirlenmemektedir. Bu dönemde tüm kadınları kapsayan bir feminist hareketin yükseldiği açıktır ki bu yeni hareket “Siyahi Feminizm” olarak adlandırılmaktadır. Bu yönüyle kadın hareketinin özellikleri şu şekilde ifade edilebilir (Cameron ve Kulick, 2005):
• Özel bir felsefe, eleştiri teorisi ve feminist bilginin oluşumu
• Edebiyatın bir mücadele alanı olarak görülmesi
• Kadın yazarların görünmezliğine karşı çıkış
• Kadınların kaleme aldığı metinlerini bulma ve açıklama
• Eril edebiyatın yeniden incelenmesi
• Ataerkil metinlerdeki kadınların sosyal, kültürel ve ideolojik normlarda temsil edildiğinin keşfedilmesi ve buna karşı çıkılması
• Metinsel anlamın üreticisi olarak kadınların sahneye çıkması
• Gündemin kadın hareketinin gölgesinde baskı altına alınması
Siyah feminizm (black feminism) kapsamında siyah feminist edebiyat kendini tanımlama, kendini açıklama ve en önemlisi edebiyat çağında Avrupa-Amerikan kültüründe zevkleri müzakere ederek büyüyen bir edebiyat alanı olarak ortaya çıkmıştır. Bu alandaki kadın hareketinin ışığında yaratılan siyahi bilinç yaratıcı / kültürel faaliyetler ve toplumsal cinsiyetin yeniden inşası için önemlidir (Joannou, 2000). Böylece, kültürel yönden kendini yenileme, Siyahi Amerikalı kadınların edebî araştırmalarının ve bir bütün olarak edebî üretimlerinin gündeminde yer almıştır (Anthias ve Yuval-Davis, 2005). Bu akımda yer alan eserlerden biri de Alice Walker tarafından kaleme alınan Renklerden Moru (The Color Purple) olmuştur.
Renklerden Moru, Amerika’daki siyahi kadınların mücadelelerinin karmaşıklığını ortaya çıkarmakta ve erkek egemen toplumda bireyler olarak hareket etme davranışını aydınlatmaktadır. Eser, 19. yüzyıl Afrikalı-Amerikalı kadın geleneğinde bir kadın kahraman olan Celie hakkında Walker’ın yazdığı bir eserdir. Roman ayrıca Celie, Shug, Sofia ve Mary Agnes gibi birbirini güçlendiren dört güçlü siyahi kadın karakterin hayatta kalmasını da yansıtmaktadır.
Renklerden Moru’nda Cinsiyet ve Kimlik Krizi
1982 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde Alice Walker tarafından yayınlanan ve 1985 yılında film olarak seyirciyle buluşan eserde Güneyli siyahi bir kız olan Celie’nin ve kız kardeşi Nettie’nin hikâyesi anlatılıyor. Bu hikâye, cinsiyet ve kimlik krizi açısından güce ilişkin unsurları yansıtıyor.
Filmin ilk sahnelerinde Celie’nin doğum yaptığı ve kardeşi Nettie’nin ona yardım ettiği görülüyor. Bu arada Celie’nin babasının doğacak bebeği almayı beklediği ve “Henüz bitmedi mi?” şeklindeki söylemleri ile Celie’ye baskı uyguladığı anlaşılıyor. Doğumdan sonra babası bebeği alıyor ve “Tanrıya dua et, bunu kimsenin bilmesine izin verme yoksa annen ölür.” diyor. İlerleyen bölümlerde, Celie’nin 14 yaşında bir kız çocuğu olduğunu, iki kez babası tarafından hamile bırakıldığını, çocukları olan Adam ve Olivia’nın doğumlarından sonra babası tarafından başka ailelere satıldığını öğreniyoruz. Celie “Her zaman iyi bir kız oldum, Tanrım, ne olduğunu anlamama yardım et.” diyerek yaşadığı bu istismarın anlamlandırmaya çalışıyor. Bu sahnelerde baba ile kızı arasında güç dengesizliği olduğu açık bir biçimde sunuluyor. Hem fiziksel hem sözel hem de duygusal olarak Celie’nin babası tarafından sömürüldüğü ve babasının gücünü Celie’nin zararına kullandığı anlaşılıyor. Aynı zamanda, Celie’nin bu zorlu deneyim karşısında dayanıklılığını korumak için dua ettiği anlaşılıyor. Aynı zamanda Celie ve Nettie kardeşler arasında çok güçlü bir bağlantı ve kadın dayanışması olduğu da açıkça görülüyor.

İlerleyen bölümlerde Celie’nin babası başka bir kadınla evleniyor. Albert Johnson adlı biri düğün töreninde Nettie’ye bakıyor. Sonra Nettie ile evlenmek için eve geliyor. Babası Albert’e Nettie’nin küçük olduğunu, işine yaramayacağını; onun yerine, Celie’nin kendisine daha uygun olduğunu, iki kez doğum yapmış olsa da çok çalıştığını, ev işi yapabileceğini ve kendisinin çocuklarına bakabileceğini söylüyor. Bu bölümde baba ile kızları arasında güç dengesizliği olduğu da görülmektedir. Birincisi, Celie’ye evlilik hakkında soru sormuyor, onu istemediği biriyle evlenmeye, yani bir anlamda, yeniden cinsel açıdan istismara zorluyor. Bu olanların üzerine Celie, Albert Johnson ile evleniyor ve eve gittiğinde Johnson’ın çocukları tarafından taşlanıyor.
Diğer bölümlerde Celie evi temizliyor, yemek pişiriyor ve çocuklarla ilgileniyor. Bu sırada Johnson’ın kızı saçlarını taramakta zorlanıyor ve saçlarının kesilmesi gerektiğini söylüyor. Ancak Johnson bunun kötü şans getireceğini ve bunu yaparsa Celie’yi tokatlayacağını ifade ediyor. Üstelik “Bana bir daha cevap verme, söylediklerimi yap!” şeklinde bağırıyor. Bu koşullarda Johnson, Celie’yi hem söylemlerinde hem de eylemlerinde gücünü kullanarak aşağılıyor.
Eserin ilerleyen kısımlarında Nettie, Celie’ye babasının istismarından kaçtığını söyleyerek Albert Johnson’un evine geliyor. Evde ilişkiyi gözlemleyen Nettie ile Celie arasında aşağıdaki konuşma geçiyor. Nettie, Celie’nin zayıflık karşısında güçlendirilmesi gerektiğini belirtiyor:
Nettie: Sana vurmasına izin verme, onlara kimin kontrolünü verdiğini göster.
Celie: Ama gücümü elimden aldılar.
Nettie: Savaşmalısın, savaşmalısın.
Celie: Nasıl yapılacağını bilmiyorum.
Bu konuşmalardan sonra Nettie, Celie’ye okuma yazma öğretiyor ve nesnelerin üzerine kâğıt yapıştırarak okuma pratikleri yapmasını sağlıyor. Bunu öğrenen Johnson ise çok sinirleniyor; Nettie’ye tecavüz etmeye kalkışıyor ancak başarılı olamıyor. Bunun üzerine Johnson, Nettie’yi dövüyor ve onu evden atıyor. Nettie evden koşarak ayrılırken her zaman Celie’ye mektup yazacağını söylüyor.
Nettie’nin evden ayrılmasından sonra Celie için hayat çok güç bir hâl alıyor. Örneğin Johnson, Celie’ye kendisini tıraş etmesini söylüyor. Bıçağı -ve belki de gücü- elinde tutan Celie içindeki öfkeyi dışa vurmak istese de Johnson’ın “Yüzümü kesersen seni öldüreceğim.” ifadesi ile irkiliyor. Bu sahne okuru “kim olduğunun gücünü yeniden ifade etmenin bir yolu” olduğunu düşündürüyor.
Zaman ilerledikçe Nettie’den mektuplar gelmeye başlıyor. Ancak Johnson posta kutusuna dönüyor ve Celie’ye mektup gelmediğini söylüyor. Aşağıdaki aşamalarda, posta kutusunu mühürlüyor ve iletişim özgürlüğünü engelliyor.
Johnson’un Harpo adlı oğlu, hamile bir kadınla (Sofia) eve geliyor ve kendisiyle evlenmek istediğini söylüyor. Johnson buna karşı çıkıyor ama Sofia “Bebeğim ve ben, özgür olduğun zaman seni bekleyeceğiz.” diyor. Sonunda Harpo ve Sofia evleniyor. Sofia, eserde hem Harpo’ya hem eve hâkim olduğuna ilişkin davranışları ile yansıtılıyor, erkeklerin gücüne bir tepki olarak kadınların gücünü temsil ediyor. Bunu fark eden Johnson, Harpo’ya “Savaşmazsan, sana nasıl uymalarını beklersin? Kadınlar çocuk gibidir, onlara patronun kim olduğunu öğretmelisin. Onlarla savaşıp savaşmadığını çabucak öğrenecekler. Kadınları dövmek gerekir!” diyor. Johnson, kadın-erkek ilişkilerinde olduğu gibi baba ile oğul arasında nasıl bir güç dengesi kurulacağını da taklit etmeye çalışıyor. Ancak bu davranışlar karşısında dik duran Sofia, eşi Harpo’ya boyun eğmiyor. Celie ise bu yaşananlar karşısında zayıflığını içselleştiriyor, sosyal ağındaki yerini öğreniyor ve bu güç dengesizliğine karşı çıkamıyor.
Bir gün Johnson, ismi Shug olan şarkıcı bir kadını kaçırıyor ve evine getiriyor. Shug, Celie’ye bakarak “O kadına söyle, benim için bir şeyler hazırlasın.” derken Johnson mutfağa “Ben yapacağım.” diyerek gidiyor. Bu noktada Shug’ın hem Johnson ve hem de Celie üzerinde hiyerarşik olarak üst bir konumda olduğu ve otorite ile güçlendirildiği anlaşılıyor. Mutfağa giden Johnson ise yemek pişiremiyor ve mutfakta gerçekten güçlü olan Celie bu durum karşısında çok eğleniyor. Fakat eserin ilerleyen bölümünde Shug ve Celie arasında destekleyici bir ilişki gelişiyor. Shug Celie’ye etrafına bakmasını, tüm güzellikleri iyice görmesini, hayatı bu şekilde anlayabileceğini ve gülüşünü gizlememesi gerektiğini söylüyor.
Harpo bir gece kulübü açıyor ve Shug orada şarkı söylemeye başlıyor. Johnson, “Kadın gece kulübüne gitmemeli, evde kalmalı.” dese de Shug’ı diğer kadınlara kıyasla ayrı bir yere yerleştiriyor ve sahip olduğu gücü baskı unsuru olarak kullanıyor. Tüm bunların karşısında duran Shug, Celie için bir şarkı yazıyor ve orada seslendiriyor. Şarkıda “Sen siyahsın, fakirsin, çirkinsin, sen bir kadınsın, hiçbir şey değilsin!” sözleri geçiyor ve aslında bu sözleri mizah yoluyla Celie’nin gücünü fark etmesi için desteklemek amacıyla söylüyor.
Eserin ilerleyen bölümlerinde Shug, evde mektuplarla dolu olan bir kutu buluyor. Bu kutudaki mektupların yıllar içerisinde Nettie’den geldiğini fark ediyor ve Celie ile paylaşıyor. Mektuplarda Nettie’nin Celie’nin çocukları ile Afrika’ya taşındığı ve düzenli olarak kendisine mektup yazdığı ifade ediliyor. Bunlar karşısında Celie’nin yaşadığı bu kölelikten nasıl kurtulacağı üzerine konuşuyorlar. Celie içinde bulunduğu ataerkil düzene isyan ediyor ve özgürlüğüne ulaşmak istiyor. Sonrasında ise o evden kaçıp kardeşinin ve çocuklarının yanına giderek yeni bir hayat kuruyor. Eserin sonunda ise Celie ve Nettie kardeşler mor çiçeklerin olduğu bir bahçede gülerek bizi uğurluyorlar.
Eser, kadın kimliğiyle ezilen bir dünyada yaşayabilen ve acımasız bir mağduriyet döngüsünü kıran, yeni bir hayata doğru adım atabilecek insanların güçlendirici öyküsüdür. Eser boyunca vurgulanan temalardan biri “sesin anlatımı ve gücüdür”. Bu ses Celie’nin sahip olma, konuşma, kendini ifade etme, kendi varlığını ve başkalarını kabul etme içgüdüsüdür. Bu anlamda feminist bir edebiyat eleştirisi olan bu çalışma, siyahi kadın hareketinin görünmez ayrıntılarını ortaya çıkarmak adına ışık tutmaktadır.
Renklerden Moru’ndaki sistem eleştirisi, Amerikan toplumunun hiyerarşik ayrımlar temelinde çalışan, baskıyı görünür kılan ve kişisel deneyimi güçlendiren ırkçı, cinsiyetçi ve kapitalist bir toplum yapısı olduğunu açığa çıkarmaktadır. Aynı zamanda, kadınların marjinalleştirildiği açıktır. Kendini savunma ve düşmanca çevrelerle başa çıkmayı öğrenen başarılı bir kadın, bir metafor olarak kullanılan “mor”; içsel benlik, kendini savunma, sosyal ve kişisel yeniden doğuşun farklı tonlarına yansımakta; kadın örgütlenmesini, değişim motivasyonunu, baskıya karşı bir kadın hareketini ve kendine güvenen kadınların yeterliliğini ortaya koymaktadır.
Kaynakça
Anthias, F., & Yuval-Davis, N. (2005). Racialized boundaries: Race, nation, gender, colour and class and the anti-racist struggle. Routledge.
Berlant, L. (2008). Race, Gender and Nation in The Color Purple. Bloom’s Modern Critical Interpretation, 21-48.
Cameron, D., & Kulick, D. (2005). Identity crisis?. Language & Communication, 25(2), 107-125.
Costello, C. Y. (2005). Professional identity crisis: Race, class, gender, and success at professional schools. Vanderbilt University Press.
Fouad, N. A., & Brown, M. T. (2000). Role of race and social class in development: Implications for counseling psychology. In S. D. Brown & R. W. Lent (Eds.), Handbook of counseling psychology (pp. 379-408). Hoboken, NJ, US: John Wiley & Sons Inc.
Joannou, M. (2000). Contemporary women’s writing: from the Golden notebook to the Color Purple. Manchester University Press.
Mercer, K. (2013). Welcome to the jungle: New positions in black cultural studies. Routledge.
Pinto, C. R. (2010). Feminism, history and power. Revista de sociologia e política, 18(36), 15-23.
Merve Deniz Pak Güre