top of page

Tanpınar'a Yazılan Bir Mektup: "Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun"

Her usta yazar, paltosundan çıktığı o baba yazarla gün gelip hesaplaşmak ister, hatta onun zaaflarını yüzüne vurmak.

 

Selim İleri’nin Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun romanını Tanpınar’a yazılmış uzun bir mektup olarak da kabul edebiliriz. Türk edebiyatında kalıcı izler bırakmış Tanpınar ile günümüz romanının usta ismi Selim İleri’yi buluşturan bir mektup… Biyolojik babalarımızın dışında fikrî zürriyetinden doğduğumuz babalarımız da vardır zira.

Babalar ve oğullar çatışmasına Batı ve Doğu kültürlerinde farklı yaklaşımlar getirilmiştir. Oidipus kompleksinden beslenen Batı’daki baba oğul hesaplaşması, babayı öldürerek özgürlüğüne ulaşmaya odaklanmışken Doğu için bu çatışma, babanın otoritesine rağmen, o otoriteyi tanırken bile kendi olabilmeyi başarma üzerinedir. Evet, baba otoritedir; ona saygı duyulur ama oğul da babanın otoritesini sarsmadan, onu öldürmeden kendi varlığını yeniden inşa etmek, rüştünü ispatlamak durumundadır.


Bir yazarın zihnine ektikleri ile onun edebî varlığını inşa eden, kalemini besleyen, derinleştiren, güçlendiren, ona yol olan yazarlardan biridir Tanpınar. Günümüzün pek çok usta yazarı için onun “paltosundan” çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Selim İleri de geçmişinde o paltoya temas eden usta yazarlardan biridir. Ancak yine de her usta yazar, paltosundan çıktığı o baba yazarla gün gelip hesaplaşmak ister, hatta onun zaaflarını yüzüne vurmak. İşte Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun ile bu hesaplaşmayı edebiyatın gücünü kullanarak bir roman formuna getirdiği uzun bir mektup yazmış Tanpınar’a sanki Selim İleri.


Okurlar olarak yazarların babalarına yazdıkları uzun ve hesaplaşmayı hedefleyen mektuplarına yabancı değiliz aslında. Hemen aklımıza Kafka’nın ve Oğuz Atay’ın biyolojik bir babaya yazılmış edebî mektupları gelecektir. Bizi derinden sarsan bu mektuplardan anlıyoruz ki aslında onları meşakkatli, çok bedeller isteyen edebiyat yolculuğuna çıkaran, hatta o yolun taşlarını döşeyen kişiler de bir anlamda babaları olmuştur. Bir yazar için kitaplarının büyüsü ile yetiştiği bir büyük yazara sesleniş de bir anlamda mazisi geçmişe dayanan bir meydan okuyuş, yüzüne söyleyemeyeceğini, rüştünü çoktan ispatlamış kalemi ile söylemeye çalışmak demektir. Selim İleri, daha çocukluğunda okuduğu, anlamazken bile derinliğini hissedebildiği, henüz sağın ve solun gözde yazarı değilken, “sükût suikastı” devam ederken daha ve bir genç yazarken artık Selim İleri, yeniden keşfettiği o büyük yazarın eserlerinin derinliğinde kulaç atmaya çalıştığı, belki de meydan okuduğu bir yazar olması açısından onun Tanpınar’a böyle bir mektup yazmaya hakkı olduğu kanısındayım.


Tanpınar anlatılıyor romanda ve Selim İleri’nin kendi ile iç hesaplaşması paralel ilerliyor roman boyunca. Hem de türlü yüzü, türlü zaafları ile türlü türlü Tanpınar’lar, Selim İleri’ler iç içe geçmiş:

Açtığınız yolda yürümüşüm, yolun sonuna gelmişken onarılamaz. Bire bir aynı kekeleyiş, yolun sonunda da” (s. 160).


Oğul yazar, daha toyken fark edemediği büyük yazarın zaaflarını, zaman içinde, onun geçtiği yollardan kendi de geçtikten sonra fark ediyor. Artık kızmıyor, küçümsemiyor bu zaaflarını onun; şartların getirisidir, bir var oluş savaşının gereğidir belki de olgunlaşmaya çalışılırken yürünen yoldaki yanılsamalardır, serapları gerçek sanmalardır ve an gelir, aynı duygudaşlıkta buluşulur:

Ruhunuzdaki yeraltını düşünüyordunuz. (ben de, her zaman) Herkesten hırpalandığınızı (Ben de) … Hırpalanış, hoyratlığı başkalarının, çevrenizdekilerin, içinizi yakıyordu. (Benim de)” (s. 117).


Kitapta Tanpınar ile öyle iç içe geçiyor ki Selim İleri, kendi zaaflarıyla da yüzleşiyor böylece. Zira insanın kendiyle yüzleşmesinin en kolay yolu, birini kendine ayna kılmaktır.

Tanpınar’ı aynı zamanda yaşadığı dönemin edebî muhitinde yer alan kişilerin bakışından, sancılar çeken bir entelektüel olarak, bir yer altı adamı olarak, bir “Hamdicik” olarak veren Selim ileri; kendi adına da bir edebî baba-oğul hesaplaşmasını yapmaya doğrudan olmasa bile dolaylı olarak hakkı olduğunu da hissettirir satır ararlarında. Zira daha 1970’lerde Tanpınar üzerine yazarak unutuluşa terk edilmişken bu büyük yazar, edilecekken, onun bir türlü gölgesinden sıyrılamadığı Yahya Kemal’in -o da ayrı bir baba oğul hesaplaşması gerektirir üstelik- yanı başındaki mezarını değil de eserlerini işaret etmiştir:

Ama ben eseriniz üzerine ilk yazanlardan biriyim. Sizden niye söz açtığıma, eserinize hayranlığıma şaşanlar vardı.” (s. 51).


Kitap yeniden Tanpınar okuma iştiyakı oluşturuyor okurda. Onu ilk defa “Yaz Yağmuru” hikâyesinde izine rastladığı ve daha sonra diğer eserlerinde de izini sürdüğü Sabri karakteri üzerinden çözümlemeye çalışıyor Selim İleri. Romanın sonunda ise ilk Sabri’ye kadar ulaşıyor, Yaşar Nabi Nayır’a yazılmış bir mektuptan yola çıkarak:

Dördüncü Sabri’yi, ‘asıl’ Sabri’yi baştan beri biliyordum, sona sakladım, en yaralısını, bence ‘siz’ olanı” (s. 219).


Bence hem Tanpınar hem de Selim İleri olan Sabri’dir bu en sonuncusu; en yaralısı, evet, kurguda ve gerçek hayatta, “özvarlığını, kendini, kaderini” bu iki önemli yazara bırakan, ıstırapta, güzellikle ve edebiyatta buluşturan ihtiyat zabiti.


Yine de bir anlamı olmalı her şeyin, çekilen ıstırapların, yaşamanın ve ölmenin… Bunu romanın adına da yansıtmak istemiş Selim İleri. Anlamı var; yazdıkları ile kendinden sonrakilere yol gösterici olmuş. Yazar olarak da insan olarak da hayatta derinlik aramış, edebiyatımıza derinlik katmış Tanpınar; sadece bu romanın yazarına değil, okurlarına da bunu hissettirmiş. Selim İleri Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun kitabı ile günümüzde popüler kültürün sığlığında debelenen okura ve edebiyatçılara bir Tanpınar hatırlatması yapıyor böylece.


Funda Özsoy

111 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör