Biz hayatı yatay ve dikey boyutlarıyla yaşıyoruz. Alışkanlıklarımız, günlük hayatın gürültüsü ve görüntüsü, bizim dikey boyutu kavramamızın, görmemizin önünde bir perde oluyor.
Sevgili Ramazan, Yedi Dağın Çiçeği ilk romanın. Oysa seni biz bir şair olarak tanıyoruz öncesinde. Hatta İnsan Kime Yüktür isminde bir de şiir kitabın var…
Başta, ilginiz için çok teşekkür ederim. İnsan Kime Yüktür, ilk kitabım. Ayrıca demlenen bir hikâye dosyam da var. Edebiyata şiirle adım atmış olsam da başından beri farklı türlerde eser vermeye çalışıyorum. Sonuçta her tür kendi içinde farklı imkânlar sunuyor yazara.
Yedi Dağın Çiçeği, çok zekice kurgulanmış bir roman; bir halının dokunuşu ile bir romanın kurgulanışını birlikte ilerletmişsin. Nasıl ortaya çıktı bu roman?
Bu, uzun bir yolculuktur benim için. Yıllardır içimde sesini yükselten insanları, yani karakterleri zihnim ve yüreğimle duyuyordum. Özellikle de romanın merkezinde yer alan Cemal’in sesini uzun yıllar içimde taşıdım. Tabii bu sesin bir form olarak görünür, duyulur olması için bir hikâyeye ihtiyacım vardı. Sonuçta bizler romanda hikâye anlatırız. Güçlü bir hikâye sahibi olan kişi, aynı zamanda sağlam bir karakterdir.
Bu roman, yazdığım uzun bir hikâye için araştırma yaparken ortaya çıktı. İzlediğim bir belgeselde, “Manisa Gördes’in Hanya beldesinde, genç bir kız, dokuduğu halı bitmeden gelin edilmezmiş.” cümlesini duyduğumda ipin ucunu yakaladığımı hissettim. Yani Cemal’in hikâyesinin görünür olabilmesi için başka güçlü hikâyelere ve kişilere ihtiyaç vardı ve ben de farklı farklı hikâyelerin de peşine düştüm.

Öncelikle isminden yola çıkarak sormak isterim o hâlde. Niçin “Yedi Dağın Çiçeği?”
“Yedidağınçiçeği” aslında Hereke’de dokunan meşhur bir halı desenin adı. Bu halı, bana İstanbul’u, yedi tepeyi çağrıştırıyor. Çünkü bu halıda dokunan bütün motifler, İstanbul’un sanat atölyelerinde şekillenen ve burada en ince hâlini aldığı motiflerden oluşuyor. İstanbul, her yönüyle insana karakter kazandıran bir şehir. Cemal de burada olgunlaşıyor, kendini buluyor yani bu şehrin kültüründe, beşiğinde. Ayrıca hem Hereke’yi hem de bu motifleri anlamaya, anlatmaya çalışmanın kendisi, roman içinde benim çok mutlu olduğum ve romanı bitirmem konusunda manevi bir güç veren kısımlar oldu. Romanın kurgusuyla birlikte birçok noktada Türk İslam sanatlarından yararlanmaya çalıştım. Bu nedenle romanda adı geçen kişiler çeşitli ayrıntılarla karakter olarak var. Nasıl ki çinideki bir motif; hem kendisi olarak hem de oluşturduğu desenin bütünü olarak varsa… Biz bunların hikâyelerini bütün olarak bilmezsek de bununun hissedilmesini istedim.
Romandaki her bölüme bir halı motifinin isminin verilmesinin de anlamı olmalı?
Evet. Roman “suyolu” motifi bölüm başlığıyla başlıyor. Bizim klasik halı ve kilimlerde çokça gördüğümüz bir motiftir bu. Çok farklı anlamlara gelmekle birlikte; yeniden doğuşun, bedensel ve ruhsal yenilenmenin, yaşamın sürekliliğinin, bereket, soyluluk, bilgelik, saflık ve erdemin sembolüdür. Yine “hendesî” bölümünde bu motifin nasıl yapıldığını gördüğümüz gibi “hatâyî” bölümünde “hatâyî” motifinin kökeni ve manası üzerinde metnin içine gömülmüş, daha çok ilgilisinin dikkatine sunulmuş bir okuma var. Yani bölüm başlıkları da içeriğe dâhil ve içerikle bir bütünü oluşturuyor.
Senin de söylediğin gibi romanda bir bütünlük var ve bütünün içindeki detaylar da o bütünü içinde barındırıyor. Tıpkı damlanın okyanusu içinde barındırması gibi. Yani bir halı motifinden yola çıkarak ifrat tefrit meselesine varabilir miyiz bu romanda?
Elbette. Halının kendisi bir denge ve düzendir. Yanlış attığınız bir düğüm dahi hemen kendini gösterir. Hayat da böyledir, yanlış attığımız adımların bedelini ödetir bize. Ancak çoğu zaman fark etmeyiz bu yanlış adımları. Küçükken annem, dokuduğu halının başından kalktığında, meraktan gidip bir iki sıra dokurdum. Ama annem halının başına geldiğinde hemen anlardı. Benim dokuduğum sıradaki ilmekleri tek tek sayıp fazla attığım ilmekleri söker, eksiklerini tamamlardı. Hayatta çok azımız geriye doğru bir okuma imkânı bulabiliyor. Sorunuzun başına dönecek olursak ipin kalitesinden boyanın kalitesine, hatta halıyı dokuyanın yaşından ruh hâline kadar her şey halının denge ve güzelliğinde rol oynar. Tek tek ilmeklerden halının bütününe gideriz. Hayat da böyle. Biz kendimizi her şeyin merkezine koyduğumuz için bütünü göremiyoruz. Romanda hayata hangi karakterin gözünden bakarsak hayat onun etrafında dönüyor gibi... Nasıl ki bir halının kalitesini sadece renk ve motifleri belirlemiyorsa hayata da bütüncül bir nazarla yeniden bakmayı öğrenmek zorundayız. Elbette bir denge içerisinde...
Sanırım sizin evinizde de halı dokuması yapılıyordu, bu cevabından anladığımıza göre?
Evet. Doksanlı yılların ortalarına kadar annem yılda (genellikle kışın) bir veya iki çift halı dokurdu. Yani halı hikâyesi bizde eski.
Bu romanın asıl kahramanı Cemal olmakla beraber, onu üç ayrı kadın vasıtası ile tanıyoruz biz okurlar. Niçin böyle bir kurguyu tercih ettin? Kadınlar ayrıntıya daha düşkün oldukları için Cemal’i onların gözünden daha bir incelikli verebileceğini düşünmüş olabilir misin?
Bu, romanı yazma sürecinde gelişti. Aslıdan birçok noktada da beni zorladı. Kadının dünyasını, hissiyatını tam olarak vermeye çalışmak kolay bir iş değil. Biz erkekler, kendi duygularımızı az veya çok biliyoruz. Ama kadınların bize karşı duygularını, onlar bize açmadan çok zor hissediyoruz. Kendimce bu dünyayı anlama ve hissettirme çabası da diyebiliriz buna. Sonuç olarak roman, yazılma sürecinde yazarı bazı şeylere mecbur ediyor.

Aslında bu üç kadın, hem Cemal’in hayatını etkilemesi ile varlar romanda hem de kendileri olarak. Bu dengeyi nasıl sağladın?
Ben, kişi farkında olmasa da herkesin hikâyesinin güçlü ve kıymetli olduğunu sezdirmeye çalıştım. İnsana da böyle bakar ve hürmet ederim. Modern dünya, insanın ayarlarıyla oynamaya, bozmaya çalıştı. Karşımıza suni karakterler, kişiler çıkardı. İnsanlar görünmek, bilinmek, alkışlanmak için türlü yollara başvuruyor. Oysa hepimiz ayrı ayrı bir hikâye sahibi olmakla birlikte birbirimizin hikâyesine de omuz veriyoruz. Nasıl ki siz benim hikâyeme omuz veriyorsanız…
Romanın başında, “Kimse kimseyi gölgede bırakmayacak.” dedim. Romandaki her karaktere eşit oranda söz hakkı tanımaya çalıştım. Fazla konuşana, gereksiz ayrıntıya girip konudan sapana, görünme, alkışlanma hevesine girene “Hop, dur!” dedim. Öyle bedel ödemeden konuşmak yok, dedim. Tabii biraz da sabır…
Romanda bir de “Süleymaniye Kâfirler Cemiyeti” var, kökleri “Avni” mahlaslı Padişah Fatih’e kadar uzanan. Bu cemiyet ne için romanın içinde yer alıyor?
Aslında romanın bütününde “kâfir” kavramı var. Cemal daha yedi yaşına girmeden güvercinlerini yiyen kediye kâfir, diyor. Gördes’i kâfirler yakıyor. Bu kavramın yeniden okunulmasını istemekle birlikte, Cemal’in üniversitedeki biraz “postmodern” diyebileceğimiz ortamını anlatabilme imkânını elde etmek için de yer aldı. Tabii diğer taraftan Fatih gibi bilim ve sanat düşkünü bir sultanın, yani Avni gibi bir şairin nasıl olur da divanından bir nüsha kalır, sorusuna cevap arama. Sonra Ali Emiri var… Diğer taraftan sezgileri güçlü olan Cemal’in etrafını nasıl gördüğünü, nasıl okuduğunu göstermek için. Tabii biraz da biçimle ilgili bir şey bu.
Arin, bir gayrimüslim kız. Cemal’in âşık olduğu. Bunun özel bir nedeni var mı?
Çok özel bir nedeni yok. Ancak İstanbul’u var eden değerlere baktığımızda, gayrimüslimleri dışarıda tutamayız. Biz, millet olarak sanat ve ustalıkta incelik sahibi kimse, ona kulak vermişiz. Cemal de böyle bir ustanın kızına âşık oluyor. Tabii romanda bazı sembolik okumalara imkân sağlayan unsurlar da var. Arin ismini bu nedenle seçtim. Ancak isimden yola çıksak da Arin’in gayrimüslim olduğunu söyleyemeyiz. Sanırım bazen adımız bile bizi bir hikâyeye doğru zorluyor…
Öznur için aslında romanın ismi de olan “Yedi Dağın Çiçeği” motifi ile Cemal arasındaki bağlantıyı kurmamızı sağlayan bir tarihi şahsiyet diyebilir miyiz?
Evet. Tabii bu nereden baktığımızla ilgili. Roman, biraz da bizim hayatlarımızdaki organik örgüyü ortaya çıkarır. Elbette bunu, hayali bir psikolojiyle yapar. Romanın merkezinde Cemal olsa da diğer karakterler olmadan Cemal’i tanıyamadığımız gibi romanın diğer karakterlerinin psikolojisini de göremiyoruz. Romandaki kişiler, farklı zıtlıklar üzerinden birbirini tanımlayarak birbirine açılan kapılar…
Öznur, bu hâliyle Cemal kadar önemli bir karakter o halde?
Kesinlikle… Hatta Sümeyye de Cemal kadar önemli bir karakter. Hepsi gözümün nuru! Arin ve Cemal arasındaki aşkın daha soyut bir dünyaya doğrulmuş bir tarafı var Öznur’da. Yani Öznur ile Albay arasındaki aşkın… Hem dönem olarak hem de aşka bakışları açısından farklı. Bu da bizim farklı bir bakış açısıyla aşka ve kadına bakmamıza olanak sağlıyor.
Cemal’in ablası Sümeyye ile çocukluk çağı travmalarına da göndermeler yapıyorsun. Bu travmaları biraz açmanı istesek?
Bu travmaları konuşmak çok zor. Birçok yerde dudaklarımı ısırarak, gözyaşlarımı içime akıtarak yazdım. Herkesin bildiği ama bir şekilde sakladığı konular. Bu konuyu açarsak Sümeyye’nin yaşadıklarını, hissettiklerini sınırlandırmış olurum gibi geliyor. Bunu okuyucuya bırakıyorum. Ancak işin içinde din psikolojisi de var. Gariptir bu alanlarda değil roman ve hikâye yazılmadığı gibi çok az akademik çalışma var. Bu ülkede hâlâ dava çocukların omuzlarına yükleniyor. Hangi ideoloji olsa da bu fark etmiyor. Kin ve nefretin hâkim olduğu bir zihin ve kalpte sağlıklı bir şey yetişmez.
Aslında aile bağlarının da insanın yaralanmasındaki etkilerine dokunuyorsun gibi?
Aile, sosyolojik ve psikolojik koşullarıyla çocuğun en fazla etkilendiği, hatta birçok ruh hâlinin şekillendiği ortam. Bu nedenle Cemal ve Sümeyye’nin iç dünyasını da şekillendiriyor. Anne babalar çocuklarında açtıkları yarayı çok geç fark ediyor maalesef. Hele de bazı şeyleri çeşitli idealler için yapıyorlarsa daha vahim sonuçlara yol açıyorlar. Bugün gençlerin, anne ve babalarının değerlerine daha hızlı sırt çevirmeleri biraz bununla ilgili. Tabii şu da var, her insan farkında olarak ve olmayarak kendi hikâyesinin izini sürüyor.
Romanın içinde Cemal’in yaşadığı aşk değil de Öznur’un Albay ile yaşadığı aşk idealize ediliyor sanki değil mi?
Bu biraz dönem ile ilgi. Bir de daha dramatik olduğu için daha çok etkiliyor aslında. Arin-Cemal sonuçta bayağı bir süre birlikte vakit geçiriyorlar. Tabi o dönemin (Öznur ve Albay’ın) metinlerinde aşk daha saf ve temiz. Yani ben öyle düşünüyorum.
Romanı okuduğumuzda makine halıları ile günümüzün sığ ilişkileri arasında sanki özdeşlik kuruluyor gibi?
Evet, naylondan bu gün çoğu aşk. Ruhu sarıp inşa eden ilişkiler çok az. Bilmiyorum, belki hep böyleydi.
Romandan halı dokuma geleneği üzerine de çok şeyler öğreniyor okurlar. Mesela bir genç kızın halısını dokumadan evliliğe hazır olamayacağı gibi. Hatta dokuma halıları ile tanınan Hereke ve Gördes üzerine de hayli bilgi ediniyoruz. Sanırım romanı yazmadan evvel epey bir ön araştırma yapmışsın?
Halı, Hereke, Gördes ve Türk İslam sanatları üzerine geniş bir literatür taraması yaptım. Alanında uzman birçok hocayla sohbet ettiğim gibi halı işi yapan çekirdekten yetişmiş ustalarla da söyleştim. İşin zevkli ve yorucu kısımlarıydı bunlar. Elbette romanın geçtiği bütün mekânları da gezdim. Tabii bu biraz da bizim romanlardan bir şeyler öğrenmeyi sevmemizle ilgili. Bir de bugün bu halıları dokuyanlar sadece halıyı kopyalıyor. Onun manası o motiflerin hikâyesini bilmiyor. Bilmiyorum, belki bir boşluğu doldurur.
Romanın başında miş’li geçmiş zaman kullanılmasının da özel bir anlamı olmalı, sanki bir masal anlatır gibi başlamışsın?
Evet. Romanda halının dokunma formunu kullanmaya çalıştım. Kurguyu belirleyen şey, bu form oldu. Elbette bu, kendimce yaptığım bir deneme. Romanın girişindeki miş’li geçmiş zamanı kullanarak anlattığım kısım, halının atkı kısmını sembolize ediyor. Bir halının önce atkı kısmı dokunur. Genellikle tek renk ve motifsizdir bu kısımlar. Romanda daha sonra göreceğimiz hayatın ipuçları, bu masalsı havayla veriliyor. Romanda farklı anlatım biçimlerini kullanarak bir ritim ve ahenk yakalamaya çalıştım.
Romanın başında Cemal’in gördüğü rüya da önemli değil mi? Sanki o rüyanın etrafında dönüyor romanın kurgusu?
Cemal’in gördüğü rüyalar çağrışım gücü zengin olan rüyalar tabii. Bu, onun çok güçlü sezgilere sahip oluşuyla da ilgili. Cemal, farklı okumalara olanak sağlayan bir karakter. Romanın gidişatını belirleyen birçok ipucunu o rüyada görebiliyoruz, dediğiniz gibi.
Cemal’in roman boyunca bize yansıtılan düşüncelerinde, hayatın anlamını sorgulamasında, eski dokuma halılarının ve halı motiflerinin nasıl böyle derin etkileri olabilir?
Bu, biraz halı sembolizmiyle ilgili. Biz hayatı yatay ve dikey boyutlarıyla yaşıyoruz. Alışkanlıklarımız, günlük hayatın gürültüsü ve görüntüsü, bizim dikey boyutu kavramamızın, görmemizin önünde bir perde oluyor. Belki Cemal’in cüret ettiği şey bu. Tabii ilimsiz olmaz. Zaten Cemal, bildiği, hissettiği, sezdiği şeyleri dile getirememenin, tanımlayamamanın acısını çok yoğun yaşıyor. Klasik manada bir seyrusüluk görmüyoruz Cemal’de. Gelenekle bağları kopmuş modern hayatın içinde, o bağları gözleri kapalı arayan, bedel ödeyen bir kişi görüyoruz. Bu soruların cevaplarını biraz da okuyucunun muhayyilesine bırakıyorum. Her şeyi biz söyleyip, anlatırsak bu sanat olmaz…
Roman, Öznur karakteri sayesinde Çanakkale Savaşı yıllarına kadar gidiyor. Niçin o yıllara kadar gitmesini istedin romandaki zamanın?
Bu biraz da romanın kronolojisiyle ilgili. Tabii aynı zamanda geniş bir zaman aralığında insanı görme çabası diyebiliriz. İnsanın hikâyesi hep aynı gibiymiş geliyor bana.
Kısa bir roman Yedi Dağın Çiçeği, 176 sayfa. Ama oldukça sıkı dokunmuş bir yapısı var. Tıpkı dokuma halının ilmek sıklığını hatırlatan?
Evet. Hereke ipek halısı gibi olsun istedim. Bir de aldığım şiir terbiyesi ile ilgili kullandığım dil. Az sözle çok hikâye anlatmak istedim. Zaten kimsenin vakti yok, uzun şeyler okumaya!
Böylesine yerel bir konudan evrensel bir olay kurgulaman da ilginç değil mi?
Biz çok katmanlı bir medeniyet üzerinde oturuyoruz. Elimizi nereye atsak, nereyi kazısak oradan bir hikâye çıkıyor. Bu topraklarda öyle hızlı tarih inşa ediliyor ki insanlar, kim olduklarını anlamadan göçüp gidiyor. Geriye acılar, ezgiler, türküler, halılar kalıyor. Bizde yerel olup da evrensel olmayan bir şey yok. Yeter ki bunları anlatmanın imkânını, dilini, biçimini bulalım...