Yaşıtlarımızın birçoğunun hikâye kitaplarının çıkmaya ve yankı bulmaya başladığı bu zamanda, metinlerimiz evrenselliğe ulaşabiliyor mu?
“Bizim toplumumuzda önemli olan ne olup bittiği
değil, ne olup bittiğini kimin anlattığıdır.”
-İtibarlar-
Yazar: Ali Oktay Özbayrak
Omuzlarımda ağır bir yük hissettim yeniden, kapatınca kitabın kapağını. Sosyal medyada gezindim bir süre; sürekli artan doların, enflasyonun peşinde. Üçüncü Dünya Savaşı’nın tamtamlarını dinledim bir süre. Çıkmak üzere olan öykü kitaplarının haberlerini aldım iki yüz seksen karakter sınırlarında, not ettim bir bir. İçinde topluma dair bir şeyler bulurum umuduyla, hamaset yapılmadan anlatılan metinleri bulmaya çalıştım.

Saygınlığın, güvenirliğin her an değişebildiği bir zaman diliminde söz söyleme cesareti gösterebilen kişiler en çok saygınlığı hak eden kişilerdir. Susup sadece olanı eleştiren, her şeye bir kulp takan ve bir şeyler üretmeyen, sayıları milyonları bulan bir güruh var bir tarafta. Bir tarafta ise bunlara meydan okuyarak bir şeyler söylemeye çalışan, bir ürün ortaya koyanlar. İkisinin de tarafı olmadan hem ortaya bir kavram koyup hem de bu kavramın etrafında çıkan olguların eksikliklerini söyleyebilenler; işte gerçek sanatçı da gerçek eleştirmen de onlardır.
Algıların yönlendirildiği, ortaya çıkanlara dair reklam operasyonların yapıldığı, kalabalık grupları arkasına alanların tüm gümbürtüsüyle ilerlediği bir çağ burası. Bir yanda savaş tamtamları çalarken bir tarafta sanat adı altında gürültü kopartan yazarların, topluma bir ışık olup olamadığının sorgulanması bile kalmadı artık. Sanatın, toplumun sadece yaralarını göstermediği, aynı zamanda bu karanlıkta ona yön veren bir unsur olduğu unutuldu. Elbette ki bu söylemimiz sanatı hamaset metinlerine boğmak değildir, metnin incelikle işlenirken aynı zamanda toplumsal meselelerle ve sorunsallarla beslenmesidir. Dikte etmesi değil, göstermesidir. Bugün birçok metnin kaçırdığı olgudur.
İçinde yaşadığımız bu akışkan zamanda, her an ayaklarımızın altından gidebilecek bu kaygan zeminde İtibarlar romanı, kült bir eser olarak karşımıza çıkıyor; geçmişle hesaplaşmanın, politikanın nasıl bir şiddet unsuru haline geldiğinin, sanat ve mücadelenin yansıması olarak tüm zamanları aşan bir metin olarak yaşamımızda yerini alıyor. Güney Amerika’dan, kendi topraklarından çıkıp evrenselliği yakalayabilen bir yazar Juan Gabriel Vásquez.
Yasaları, yargıyı, politik kariyerleri sorgulayan bir karikatürist olan Javier Mallarino’nun bir efsaneye dönüşen hikâyesidir bu. Bu efsanevi kalemin birden geçmişini, kariyerini, saygınlığını etkileyecek bir olayın etrafında evrilir roman.
Hikâyeyi kendi toplumumuza yönelttiğimizde yankısını bulabiliyorsak evrensel bir metne dönüştüğünü görebiliriz. Bir önceki yazımızda da Latin Amerika’yla son derece benzediğimizin altını çizmiştik. Ve demiştik ki “Büyük yazarlarımız nasıl ki kendine yön veren, dünyaca ünlü ustaları bulduysa, biz de yeni ustaların keşfine çıkmalıyız.” 1973 doğumlu yazar Vásquez, Düşen Şeylerin Gürültüsü romanı ve İtibarlar’ı ile bu keşfin en büyük ustalarından birisi olabilir.

Genç öykücümüzün de buradan yola çıkarak sorgulaması gereken bir mesele var: Yaşıtlarımızın birçoğunun hikâye kitaplarının çıkmaya ve yankı bulmaya başladığı bu zamanda, metinlerimiz evrenselliğe ulaşabiliyor mu? Çevrildiğinde Kolombiya’daki ya da Rusya’daki genç bir yazarda bu denli etki bırakabilecek mi? Sıradan insanın, sıradan hikâyelerini basit bir dille vermeye devam mı edeceğiz? Suya sabuna dokunmayan, biçim oyunları ile belki farklı bir tarz tutturabiliriz umuduyla mı yolda olacağız?
Bu konuları düşünmemiz ve tartışmamız gerekiyor. Lâkin kitap içeriklerinden, sosyal medyada birbirimizi övmekten, devasa güruhların övdüğü zayıf yapılı metinlerin eksik noktalarına işaret etmekten korkmaktan ve sevilmeme telaşından dolayı adım bile atamıyoruz.
Bu sisi dağıtmalı, bu puslu haritada yol almalıyız.