O Tanıdık Yabancı: G. Jung ve Dört Arketip
Her arketip psişik bir niteliği (irade, cesaret gibi) temsil eder. Arketipler mitolojik motiflere, masallara, mitlere, efsanelere, folklora dayanmaktadırlar ve hayatımızı etkilemeye devam etmektedirler.
Kolektif bilinçdışı alanında yaptığı özgün çalışmalarla psikoloji ve psikiyatri dünyasında derin izler bırakan Carl Gustav Jung’un Dört Arketip kitabı psişenin insan eylemlerini nasıl etkilediğini araştırmak, düşünmek, anlamak ve sorgulamak isteyenler için rehber kitaplardan biri. Bireyleşmenin gerçekleşmesi uygar insanın kendi bedenine kulak vermesiyle sağlanabilir. Jung geleneksel anlayışın dışına çıkılamayan bir dönemde bilincin kolektif bilinçdışının karanlığından çıkabileceğini ileri sürer.

Jung kolektif bilinçdışının dilini oluşturan arketip kavramını kullanmadan önce “başlangıçtan beri var olan imgeler ve kolektif bilincin hakimleri” isimlerini kullanır. Augustinus’un “ana düşünceler” kavramını tanımlayışından etkilenir. Bu tanıma göre arketipler insan ruhunun gizil güçlerini, insan öncesi evriminden başlayarak atalarımız aracılığıyla miras kalan, yer ve zamana göre değişmeyen zengin bilgi hazinesini ifade eder. Jung bu hazineyi açmak ve insanı yalnızlığından kurtarıp sonsuz kozmik sürece katmak için davranış ve ruh bilimden de öte bir yaşam türü olduğunu vurgular. Bu sebeple Jung’un analitik psikolojisi içinde arketiplerin büyük bir önemi vardır. Arketip kavramına Jung’tan önce ilk dikkat çeken kişi Platon olmuştur. Fakat arketip kavramının bilimsel anlamda kullanılmasını sağlayan kişi Jung’tur. Platon idea kavramıyla yüce tamlığı vurgularken Jung’ un arketipi hem iyi hem kötü tarafı olan iki kutba sahiptir. İlksel imge, özdeş psişik yapı, ilk örnek ya da prototip anlamlarına gelen arketipler insanların davranışlarını etkileyen kavrayış biçimleridir. Engin Geçtan’ın ifade ettiği gibi arketipler canlı görüntüler olmadığı için banyo edilmesi gereken filmlere benzetilebilir. Gerçek dünyada bir karşılığı bulunduğunda ise bu belirsiz imgeler canlı ya da cansız varlıklara dönüşürler. Mitler arketiplerin temsilcisi olarak bir deneyimle tetiklendiklerinde algılanırlar. Jung, insanların sorunlarıyla baş edebilmede mitlerdeki kahramanların olaylarla nasıl mücadele ettiklerini görmenin insanlara cesaret ve umut verdiği için ruhsal terapi etkisi yaptığını söyler. Her arketip psişik bir niteliği (irade, cesaret gibi) temsil eder. Arketipler mitolojik motiflere, masallara, mitlere, efsanelere, folklora dayanmaktadırlar ve hayatımızı etkilemeye devam etmektedirler. Jung’a göre arketiplerin sayısı gerçek yaşam olaylarının ve objelerinin sayısı kadardır. Jung ömrünün son kırk yılını arketipleri araştırarak geçirir ve seksen bin rüyayı çözümler. Bu sebeple mitolojik motiflerin içerdiği simgelerin üniversitelerde okutularak öğretilemeyeceğini vurgular. Dört Arketip kitabında anne, yeniden doğuş, ruh ve hilebaz arketipleri yer almaktadır.
Dört Arketip kitabının ilk bölümünde anne arketipi bilgelik ve ruhsal yücelik; iyi, bakıp büyüten, taşıyan, büyüme, bereket ve besin sağlayan; sihirli dönüşüm ve yeniden doğuş yeri; yararlı içgüdü ya da itki; gizli, saklı, karanlık, uçurum, ölüler dünyası, yutan, baştan çıkaran, zehirleyen, korku uyandıran, kaçınılmaz özellikleriyle anne kompleksinin temelini oluşturduğu üzerinde durulur. Jung deneyimleri sonucunda çocuk nevrozlarının oluşumunda annenin etkin rol oynadığını gözlemler. Anne kompleksinin erkek ve kız çocuklarındaki olumlu ve olumsuz yönleri birbirlerinden farklıdır. Anne tüm deneyimleri içine alan biçimdir. Anne imgesindeki tüm gizemli özellikler ortadan kalktığında en yakın kişiye yansıtılır. Anne simgesi kadın için bilinçli yaşamın kendisiyken erkekte ise henüz tanımadığı bir yabancının idealize edilmiş hâlidir.
Dört Arketip kitabının ikinci bölümünde yeniden doğuş arketipi hep aynı anlamda kullanılmaz ve Jung yeniden doğuş arketipinin ruh göçü, reenkarnasyon, diriliş, yeniden doğuş ve dönüşüm sürecine katılım biçimlerini ön plana çıkartır. Duyu ötesiyle ilgili olan yeniden doğuş insanlığın ilk ifadelerinden biridir. Yeniden doğuş yaşamın ve kişinin dönüşümünün aşkınlığıyla anlatılır. Yaşamın aşkınlığı deneyimi kutsal ritüeller aracılığıyla yaşanan ve doğrudan deneyimlerdir. Öznel dönüşüm ise kişiliğin azalması, çoğalma anlamında dönüşüm, içsel yapının değişimi, bir grupla özdeşleşme, bir kült kahramanıyla özdeşleşme, büyülü işlemler, teknik dönüşüm, doğal dönüşüm gibi deneyimleri kapsamaktadır. Ayrıca Jung yeniden doğuş gizemini Kur’ân’daki Kehf Suresi üzerinden inceler.
Dört Arketip kitabının üçüncü bölümünde masallarda ruhun fenomenolojisi öncelikle psişik tözün ne olduğu sorunsalıyla karşımıza çıkar. Psikolojide en önemli fenomenler ifade, biçim ve içeriktir. Doğa bilimlerindeki gibi psikolojide tözün ne olduğu sorusunu sorabileceğimiz bir Arşimet Noktası bulunmamaktadır. Buna rağmen psikoloji hiçbir inancı dışlamaz. Geist maddenin karşıtı olan ilkeyi tanımlar. Bu ilke en üst ve evrensel düzeyde “Tanrı” olarak adlandırılan, madde dışı töz ya da varoluştur. Geist aynı zamanda ölmüş kişinin ruhudur ve ruhların serin nefesi, hareketli hava, rüzgâr ile ilgilidir. Ruhun düşlerde kendini göstermesi onun arketipik bir doğası olduğunu gösterir. Fakat düşlerin bireyselliği daha ayrıntılı değerlendirilmeyi gerektirdiği için masallardaki ruhun fenomenolojisi bireysel koşullar dikkate alınmadan incelenebilir. Düşlerde ve masallarda sıklıkla ruh yaşlı adam olarak ortaya çıkar. Alman, Balkan ve Rus masallarından örneklerin verildiği bu bölümde ayrıca bir Alman masalıyla ilgili olarak psikolojiye meraklılar için yer alan ekte dikkat çekicidir.
Dört Arketip kitabının son bölümü hilebaz figürünün mitlerden, masallardan, karnavallardan ve şölenlerden günümüze kadar geçirmiş olduğu değişimi ve dönüşümü örneklerle gözler önüne serer. Kızılderili mitolojisindeki hilebaz ortak gölge figürüdür ve bireyin düşük karakter özelliklerinin toplamıdır. Hilebaz çok eski arketipik psişik bir yapıdır. En belirgin tezahürü de hayvansal düzeyin üstüne çıkamamış olmasıdır. Jung ayrımlaşmamış insan bilincinin sadık bir yansıması olarak ifade eder hilebazı. Hilebaz figürü için karakteristik olan her şey en üst uygarlık düzeyinde bile gerçekleşebilir. İstediği arabaya ya da eve sahip olduğunda insan varoluşun anlamına ulaştığını zanneder. Oysa bu naiflikler bilinçdışı gölgenin yerini alarak onun bilinçsizliğini besler. Gölge komşusunda bir yansıma olarak çıkmak için fırsat kollar. Jung kişisel gölge ile kolektif gölgeyi birbirinden ayırır. İnsanlar bireyin silindiği kitleler oluşturduğu zaman kolektif gölge harekete geçer ve tarihte yer alan kitlelerde vücut bulur. Ego ile gölge uyum sağladıkları zaman kişi kendisini daha çok yaşam dolu hisseder. Çoğu zaman rüyanızda bir mağaranın girişinde bir yılan, bir ejderha, bir canavar ya da bir şeytan olarak mücadele ettiğiniz kişi aslında kendinizden başkası değildir. Gölgesini bastırmayı başaran bir insanın yaratıcılığı, duygusallığı ve iç görüsünün körleştiğini de unutmamak gerekir.
Dört Arketip kitabı 1976 yılında basılmış tam metnin çevirisi değil sadece bir seçkisidir. Dört Arketip kitabını okumadan önce Jung’un kuramını bilmenin elzem olduğunu düşünüyorum. Sorularınıza verdiğiniz cevaplara anlam katacak bu kitabı okurken bitmeyen, yenilenen, çoğalan ve üreten bir zihin yolculuğuna çıkacaksınız.
Gül Yıldız Ermiş