Onlar için güzellik sarı saçlı ve mavi gözlü olmaktan ibaretti. Özellikle Pecola için bu adeta yaşamın mutluluğa açılan bir kapısıydı.
İlk adı Chole Anthony Wofford olan yazar Toni Morrison, 1931’de Ohio’da doğmuştur. Morrison orta gelirli işçi sınıfı bir aileden gelmektedir. Öğrenimini Harvard ve Cornell’de tamamlar. Çağın Amerikalı baş kadın yazarlarından biri olarak görülmektedir. 1953’te İngiliz dili üzerine mastırını yaparken Harvard’dan mezun olur. Tüm bunların yanı sıra Houston, Texsas Güney Üniversitesinde İngilizce öğretmeye başlamıştır. Harvard’da İngilizce öğretmeye devam ederken eşi Harold Morrison ile tanışmış ve evlenmiştir. İki oğlu olan Morrison kocasından boşandıktan sonra Syracuse’a, New York’a taşınır. Edebiyat dünyasına ilk adımını da Random House basım evinde editör olarak çalışmasıyla atar. Random House’da iken 1972’ye kadar Purchase’de New York Devlet Üniversitesinde İngilizce profesörü olarak görev yapar. 1989’da insan hakları konseyinde Robert F. Goheen profesörü olarak Princeton Üniversitesine katılır. Yaşamı boyunca 11 roman yazan Morrison 88 yaşında hayatını kaybetmiştir. Siyahi bir yazar olduğu için eserlerinde kendi cemiyetinin sorunlarına ayna tutarak günümüz çağının en ünlü yazarlarından biri olmuştur. Nobel ödülü başta olmak üzere kırka yakın ödüle sahiptir. İlk romanını 1970’te yazar. The Bluest Eye adlı romanı çok ses getirir. O günden bu yana hâlâ önemini korumaktadır. Eserinde Morrison, Ohio’da mavi gözlere sahip olduğunda güzelleşip, toplum tarafından kabul göreceğine inanan, siyahi kız Pecola Breedlove’ın yaşamından bir yılı, büyük bir ustalıkla gözler önüne serer.

En Mavi Göz’e Dair
Eserdeki karakterler sayesinde, toplumun tüm sorunlarını salt şekilde görebileceğimiz bu kitapta beyaz Amerikalılarla aynı haklara sahip olmayı isteyen Afro-Amerikanların ayakta durma mücadelesine şahit oluyoruz. 1941 yılında Ohio’da geçen eser, çalıştıkları kategoride başarıya ulaşmak isteyen Afro-Amerikanların baş başa kaldıkları engeller, beyazlar tarafından üzerlerine dayatılan toplumsal normlar ve gösterilen her türlü şiddet üzerine odaklanır. Eşit şartlara sahip olmak isteyen birçok Afrikalı siyahi insan, ekonomik rahatlık elde etmek için güneyden kuzeye göç eder.
Sonbahar, Kış, İlkbahar, Yaz olarak dört bölüme ayrılan kitapta -yazar bu bağlamda bize güzde de yazda da güneyde de kuzeyde de siyahiye ayrımcılık bitmiyor mesajını vermiş olabilir- başkarakter Pecola’nın çocukluk arkadaşı şimdilerde yetişkin Claudia tarafından anlatılır. Yaşanılanların etkileri bir çocuğun gözünden de bir yetişkinin gözünden de çok acıdır. Pecola güzel olmanın beyaz derili olmakla doğru orantılı olduğunu düşünür. Kitap, “Topraktan hiç kadife çiçeği çıkmadı.” diyerek başlar. Bunun sebebi ise Pecola’nın tüm yaşadıklarına ve öz babasından hamile kalmasına bağlanır. Kadife çiçeği yeniden doğuşu, yeni bir benliği de simgeler diyebiliriz. Yazar başka bir bağlamda da belki de yeniden doğuşun olmadığını belirterek, masumiyetin yok oluşunu anlatmak istiyor olabilir. Roman birçok farklı bakış açısıyla okura sunulmuş, birçok imge ve bilinç akışı tekniğinden yararlanılmış. Hem tek bir yargıyı bildirirken imgelerle birçok anlamı niteleyerek her okuyucu da farklı duygular uyandırabilmiş. Bu nedenle de evrensel bir söyleme ulaşarak istenilen farkındalığı yaratmıştır diyebiliriz.
Morrison’da Güzellik Kavramına Dair
Romanın ilk kısmında Claudia, beyaz taş bebekleri paramparça ettiğini söylüyor. Aynı dürtüleri beyaz kız çocuklarına karşı duyduğunu da belirtiyor. Beyazlar ona belki de çok sevdiği oyuncak bebekleri anımsatıyordu. Bir şeyleri anlamlandırmaya çalışıyor, belki kızıyor, belki kıskanıyor ama en önemlisi sorguluyor; “İnsanların, bana değil de onlara baktıklarında hayranlıkla of çekmesine; siyah kadınların sokakta onlara yaklaşırken gözlerini kaydırmasına, onlara sahiplenici bir nezaketle davranmasına sebep olan şey neydi?” (Morrison, 2015: 27) derken tasviriyle ilk sinyalleri okuyucuya veriyor. Romanın başlamasıyla birlikte güzellik kavramı, onun anlamlandırılması temasıyla, olay örgüsü işlemeye başlıyor. “Breedlove’lar çirkin olduklarına büsbütün inanıyorlardı. Kimse onları çirkin olmadıklarına inandıramazdı” (Morrison, 2015: 43). Onlar için güzellik sarı saçlı ve mavi gözlü olmaktan ibaretti. Özellikle Pecola için bu adeta yaşamın mutluluğa açılan bir kapısıydı. Her gün tanrıdan mavi göz diliyordu. Belki gözleri güzel ve farklı görünseydi hem Colly’in hem Bayan Breedlove’un onun güzel gözleri önünde kötü şeyler yapmayacaklarını hayal ederdi. Anne ve babası kavga ederken Sammy bir süre sövüp sayar ya da evden çıkar giderdi. Ancak Pecola, yaş ve cinsiyet bakımından kısıtlandığını için onun gibi tepkisini ortaya koyamazdı (Morrison, 2015: 49). Bu bağlamda yazarın eserini feminist bir eleştiri ile de ele alabiliriz.
Afro-Amerikanlar çocukken akran zorbalığıyla, büyüyünce -eğer kadın iseler- hem ırkçılığa hem de cinsiyetçiliğe aynı anda maruz kalıyorlardı. Bu zor yaşam mücadelesi Toni Morrison’un kendi hayatından yansımalarla oluştuğu için esere pozitivist bağlamda da bakılabilir. Dönem eserlerinden birçoğunu satırlarıyla bize anımsatır, bu bağlamda bir metinlerarasılık görüyoruz da diyebiliriz. Göğü Delen Adam adlı Erich Scheurmann’ın eserinde de siyahilerin çektikleri sıkıntıları erkek ağzından görmüştük, yaşamın içindeki zorbalık iki eserde de çocukken farklı yansımalarla, büyüyünce farklı yansımalarla bireyin peşini bırakmıyordu. Sözde canlının güzellik portresini ancak derisinin rengi oluşturabiliyordu. Siyahiye uygulanan bitmez zulüm ve kötü bakış şimdilerde çok azalsa da yer yer hâlâ o ekşi tadı hissettirmektedir.

Eserin ilerleyen kısımlarında, en içler acısı bölüm ise siyahların yine siyahlara karşı gösterdiği acımasız tavırdı. -Kadın edebiyatının eserlerinde görülen bir kadının düşmanının yine bir kadın olması gibi- Bir grup oğlan, Pecola’nın etrafını sarmış ona “Kara sıçan. Kara sıçan. Babasıçıplakyatıyooo.” diyorlardı. Tekerlemeyi söyleyenlerin siyah olmasının ya da kendi babalarının da buna benzer rahat alışkanlıkları olmasının önemi yoktu. Onları, Pecola’ya hakaret etmeye iten, kendi siyahlıklarına duydukları nefretti. (Morrison, 2015: 71). Okul arkadaşı Maureen ise “siyah ve çirkin kara böcekler” diyerek hakaret ederdi. (Morrison, 2015: 79). Çünkü çocuklara aşılanan buydu. Ufak zihinler bile böylece kirletiliyorlardı. Daha küçük yaşlardaki çocuklara bile siyahilerle zenciler arasındaki farkı anlatıyorlardı. Onlara göre siyahiler tertipli ve sessiz olurdu; zenciler pis çirkin ve gürültücüydü. (Morrison, 2015: 93).
Toplumların güzellik algısı salt şekilde çizdiği güzellik portresi, yer, zaman, mekân ve kültüre göre şekillenebilen bir mekanizmadır. Kime göre neye göre sorusu çoğu zaman sorulmaz. Ardı arkasına sıralanır. Kabul görür. Yazarın ardı arkasına sıraladığı kelimelerden oluşturduğu, noktasız, virgülsüz yazımları aslında tüm o kabullenişe, kabul gören algılara bir başkaldırıydı da diyebiliriz.
Çirkinlikler hep gün yüzündeydi, ırkın çaresizliği, Pecola’nın önce toplumun tacizine, sonra öz babasının tecavüzüne uğraması, ensestin aşağılık yüzü, karakterlerin çaresizliği kabullenmesi -yazarın buna olan kızgınlığı- tüm Marksist bağlamlarda -tasvirlerle- alt üst ilişkisi, çaresiz kalan bir çocuğun annesinin tutumu, hepsi, hepsi başka bir çirkinliğin tanımıydı. Güzelliğin tanımı ise tek bir cümlede saklıydı: Zamanı ve mekânı aşabilen tek şey olan gerçek bilinç, ancak cins-renk-dil-din-ırk ayrımı yapmayanlara nasip olabilirdi. Morrison bu bilgiyi okuyucusuna, savaşını dile getirirken zorlansa da ustalıkla aşılayabildi.
Servet Sena Çelik