İki Paralel İnsanlık: Empedokles'in Dostları
Amin Maalouf bu kitabında çağın getirdiği siyasal, sosyal ve ahlâki çıkmazlarda kendimize sorduğumuz bazı soruların cevaplarını irdeliyor. Dizginlerini elimizden kaçırdığımız çağda dizginleri bizim yerimize eline alabilecek birileri yok mu? İnsanlığın en derinlerinden yükselen çığlık bir gün aniden cevap bulursa bunun sonuçları ne olur?
Empedokles'in Dostları Amin Maalouf tarafından kaleme alınan çevirisinin Ali Berktay tarafından yapıldığı YKY yayınları tarafından basılan yeri romanının adı. Kapakta bizi Antik Yunan kültürünü hatırlatan heykel sanki yosunların arasında kalmış, denizin derinliklerinden bize bakıyor gibi görünür. Aslında bu açıdan kapak kitabın içeriğini de oldukça şık ve sade bir şekilde yansıtır durumdadır. Maalouf'un bu romanının orijinal adı "Nos frères inattendus" olarak karşımıza çıkmaktadır ki kabaca "beklenmedik kardeşlerimiz" diye çevrilebilir. Empedokles'in dostları ise bu "beklenmedik kardeşlerimizin" kimliğini oluşturmaktadır aslında.
Yazımın da başlığından da görülebileceği gibi aynı gezegen içerisinde iki paralel insan topluluğu tezi aslında kitabın bel kemiğini oluşturuyor. Ama bu konuya geçmeden önce kitapta yoğun bir şekilde pasajlarının yer aldığı Antik Yunan filozofu Empedokles hakkındaki bilgilerimizi gözden geçirmekte yarar var. Gelin önce bu Empedokles kimmiş, ne gibi eserleri varmış da Maalouf'a ilham kaynağı olmuş bu soruların cevaplarını arayalım.

Sokrates öncesi dönemin Antik filozoflarından biri olarak anılan Empedokles; filozofluğunun yanında hekimlik, gezginlik, kahinlik gibi özellikleriyle de halk arasında ön plana çıkan bir şahsiyet olarak karşımıza çıkar. Ne doğumu ne de ölümüne ilişkin kesin bir şey bilinmemekle birlikte döneminde bir tür kült figürüne dönüştüğü anlatılar yoluyla gözlemlenmektedir. Bunun en güzel önemli örneklerinden bir tanesi ölmekte olan bir kadını iyileştirmesiyle halk arasında ölen birini bile diriltebileceği algısının oluşmasıdır. Oldukça yardımsever bir kişilikle ön plana çıkan Empedokles önemli siyasi görevler de üstlenmiştir. Ama onun en bilinen hizmeti tıp okulu kurmasından ileri gelmektedir. Tıp alanındaki ünü o kadar büyüktür ki bazı İslami kaynaklarda kendisinin Lokman Hekim'den ders aldığı da söylenir. Nasıl yaşamı hakkında birçok rivayet varsa ölümü hakkında da birbirinden farklı rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetler arasında en bilineni ise kendisini Etna yanardağının lavları arasına bırakmasıdır.
Maalouf'un Empedokles'in dostları kitabında da Empedokles; kahinliği, tıp bilimindeki ilerlemişliği ve Etna yanardağına kendisini atmasıyla yer alır. Ama kim bu Empedokles'in Dostları demeden önce romandaki mevcut duruma bakmak gerekir. Teknik açıdan baktığımızda Maalouf'un hikâyeyi olayların merkezinde yer alan Alexandre'ın kronik defteri tutma hevesi doğrultusunda günlük tarzında anlatmayı tercih ettiğini görürüz. Alexandre'ın kroniği 9 kasımda başlamakta 9 aralıkta bitmektedir. Yani dünyanın seyrini değiştiren bu olaylar sadece bir ay içerisinde gerçekleşmektedir. Tuttuğu kronik ile beraber olaylardan haberdar olmamızı sağlayan Alexandre, öncelikle kendi kısa tarihinden biraz bahseder. Fransa'ya bağlı küçük bir ada olan Antioche'nin topraklarının büyük bir kısmı kendisine aittir ve komşusu roman yazarı Eve ile birlikte bu adada yaşamaktadırlar. Bulundukları çağa baktığımızda Amerika Birleşik Devletleri büyük bir güç olsa da dünyanın çeşitli yerlerine yayılmış nükleer füzelerin özellikle bir zamanlar Sovyet Rusya'ya ait olan füzelerin insan ve çevre için büyük bir tehlike haline geldiği görülmektedir. Özellikle ülkeler arasındaki siyasi gerginlikler yakın zamanda büyük patlamaların olacağına dair işaretler bırakmakta, dünya ise gergin ve korku dolu bekleyişler içerisindedir.
Nihayet bir gün Alexandre radyosunu açtığı bir vakit duyduğu tek şey parazit sesi olur, telefon ve elektrikler de kesilmiştir. Ne ana karayla ne de dünyanın geri kalanı ile bir iletişim kurabilecek halde değildir. Tüm dünya genelinde geçerli olan bu durum insanları endişelendirir ve beklenen o nihai sonun geldiğini düşündürür. Kesinlikle nükleer füzeler salınmış olmalı, radyoaktif bulutlar yakında dünyanın her yerini saracak olmalıdır. Bu durumun etkisi Amerikan başkanının bir süre sonra yaptığı yayınla sona erer. Felaketler bir grup müdahil güçler tarafından engellenmiş, her şeyin yoluna gireceği belirtilmiştir. Tam da bu noktada gerek bağlı bulundukları adadaki kayıkçı dostu olan Agamemnon gerekse ABD başkanının danışmanı olan eski dostu Moro ile kurduğu ilişkiler Alexandre'nin olayları dünyanın birçoğundan daha farklı görmesini ve olaylara daha derin bir şekilde hakim olmasını sağlar. Romancı komşusu Eve'nin de bu farkındalığın oluşmasında önemli rolü bulunmaktadır.
Olası büyük felaketleri engelleyen bu müdahil güç kendilerine Empedokles'in dostları diyen insanlar kökenlerini Antik Yunan'da yaşayan bu filozofa bağlamakta onun metinleri kaderlerinde ve yaşayışlarında büyük bir rol oynamaktadır. Empedokles'in dostlarına bağlı her bir bireyin adı Antik Yunan'a özgü. Sadece isimleri değil, fiziki özellikleri de antik heykellerin o ruhani güzelliğini yansıtıyor.
Hepimiz zaman zaman içinde bulunduğumuz dünyayı değiştirecek, barışı ve ilerleyişi getirecek bir güç olmasını ve bu gücün başa geçmesini dileriz. Peki bu güç gerçek olursa ve bugüne kadar bildiğiniz bütün bilimsel, tıbbi bilgilerin ötesinde büyük bir gücü taşıyorsa ne olur? Bunca zamandır bildiğiniz her şey, bütün tarih alt üst olursa? İşte Maalouf'un sorduğu soruların buna benzer sorular olduğunu düşünüyorum verdiği cevaplar ise romanı ortaya çıkarıyor. Geleceğe yönelik yapılmış bu kurguda haklı tespitler ve ince detaylar da mevcut. Özellikle ölüm üzerine eğilen Maalouf, mucize sayılabilecek ileri derecede bir tıbbi bilginin topluluğu nasıl dönüştürebileceğini de ele alıyor. Ayrıca çağımızın insanlarının tanrılaştırma özelliğini de bu beklenmedik kardeşlerimiz sayesinde net bir şekilde ortaya koyabiliyor. Bununla birlikte çağlar boyunca yapılan savaşlara, bilimsel keşiflere ise belli bir mesafe koyarak eleştirel bir gözle bakıyor. Yine de olayların kronik şeklinde anlatılması metin içerisinde akıcılığı zaman zaman bozuyor. Bazı olayların anlatılışı ve farklı olaylar arasındaki bağlantılar bu teknik nedeniyle zayıflıyor ve okuyucuda soru işaretleri bırakabiliyor. Alexandre'nin araştırmaları nedeniyle sorduğu sorular, bütün bu olaylara şahit olmasına rağmen varabileceği çok basit sonuçlara varamaması bence biraz da yazarın kullandığı teknikten kaynaklanıyor.
Alexandre'nin dört ayrı deftere kaydettiği bu bir aylık süre, dünya için de minik Antioche adası için de oldukça büyük değişimlere neden oluyor. Empedokles'in dostlarının ortaya çıkışı o zamana kadar sahip olunan bütün tarihi sorgulatırken insanlığın zayıf yönlerini de ortaya koyuyor. Bu açıdan eser genel akıcı diliyle keyif alabileceğiniz, sizi düşünmeye sevk edecek pasajlara sahip. Maalouf bu eserinde Antik Yunan ile günümüz dünyasının sahip olabileceği bir gelecek hakkında köprü kurmuş diyebiliriz. Anlatılan hikâyedeki sosyal ve siyasal yaşantı düşünüldüğünde ütopya ve distopyanın da biraz iç içe geçtiğini görürüz. Amerikan toplumu özelinde temsil edilen nükleer felaketin eşiğindeki dünya biraz distopik ögeler içerirken Empedokles'in dostlarının sahip olduğu dünya ise ütopik ögeler içerir. İkisinin bir arada bulunduğu bu bir aylık süreç ise bu iki topluluğun karışmasından elde edilecek dünyanın nasıl bir yere dönüşeceği sinyallerini verir.
Kitabın hikayesine dair çok fazla ipucu vermeden kitaba da dair izlenimlerimi anlatmaya çalıştım. Şimdi sizinle kitaptan birkaç cümle paylaşmak istiyorum.
"Eğer insanlık uzun bir Orta çağ içinde batacağına Yunan mucizesi zamanındaki gibi ilerlemeye devam etseydi kim bilir neler olurdu? Sanat, bilim, düşünce alanlarında nerelere gelinirdi? İnsan zihni aynı ritimle ve tüm alanlarda serpilmeye devam etse kim bilir hangi noktaya yükselmiş olurdu? "
"Eğer hemcinslerimiz birinin -bir insanın, bir halkın, bir partinin, bir tarikatın- tüm hastalıklarını iyileştirebileceğine, tüm sıkıntılarını giderip ömürlerini uzatabileceğine inanırlarsa, anında ona tapmaya, kölesi olmaya hazır bir duruma gelirler. Yaşına hükmeden, onu uzatıp kısaltabilen biri Tanrı oluverir. İki hafta öncesine kadar varlığından haberdar olmadığımız bu garip 'ulus' bizler açısından tanrılaşmak üzere. Öyle uzak, varsayımsal tezahürlerinde son derece pinti davranıp kuşkuların sürmesine izin veren bir tanrı da değil, içimizde fiziksel olarak varolan bir tanrıdan söz ediyoruz."
Kitabın hikayesine ve olayların gidişatına çok fazla değinmek istemiyorum, okumak isteyen kişilerin hevesleri kırılabilir. Bu nedenle yazıyı burada bitireceğim. Ama kitap üzerine konuşmak istediğim çok şey var. Diğer okuyucuların görüşlerini de oldukça merak ediyorum. O nedenle okuyan okuyucuları yorumlara bekliyorum, yorumlarda kitapla ilgili konuşabiliriz. Özellikle felsefe ile ilgilenen, olaylara farklı bakmayı seven ve eski anlatıların yeniden yorumlanmasından keyif alan kişilerin bu kitapla birlikte keyifli birkaç saat geçirebileceklerini düşünüyorum.
Not: Empedokles hakkındaki bilgiler için Ferdi Kaya'nın "Empedokles ve Davud El-Kayserî'nin düşüncesinde sevginin (Aşkın) yeri" isimli tezden yararlanılmıştır.