Molla Abbas’ın seyahatleri, düşünceleri ve yaşadığı tecrübeler Gaspıralı’nın hayatından izler taşımaktadır. Bu durum da Molla Abbas’ın otobiyografik bir kahraman olduğunu gösterir.
İsmail Bey Gaspıralı, 1883 senesinde neşretmeye başladığı Tercüman gazetesi ve “Usûl-i Cedîd” adlı eğitim reformu ile Türk dünyasına yön veren önemli isimlerin başında gelmektedir. Gazeteci ve eğitimci kimliğinin yanı sıra 19. yüzyılın son çeyreğinde başlamak üzere edebî dünyasında muhayyel bir seyyah yaratmıştır. Molla Abbas Fransevî hem Avrupa ve Afrika seyahatleri ile bir roman kahramanı hem de Gaspıralı’nın yazı hayatının başında kullandığı mahlaslardan biridir. Bu sebeple Molla Abbas’ın seyahatleri, düşünceleri ve yaşadığı tecrübeler Gaspıralı’nın hayatından izler taşımaktadır. Bu durum da Molla Abbas’ın otobiyografik bir kahraman olduğunu gösterir.

Frengistan Mektupları
1887 senesinde Tercüman gazetesinde neşredilmeye başlanan Frengistan Mektupları, aynı zamanda seyyah Molla Abbas’a “Fransevî” mahlasını veren romandır. Taşkentli olan Molla Abbas, medresede okuyup Batı’ya seyahate çıktığında 22 yaşındadır.[1] İsmail Bey Gaspıralı da Paris’e gitmek için Kırım’dan ayrıldığında 21 yaşındaydı.[2] Bu durum Molla Abbas karakterinin ve seyahatinin otobiyografik unsurlarının başında kabul edilebilir. Gaspıralı, Molla Abbas’ın seyahatini yazmaya başladığında ise 36 yaşındaydı.
Molla Abbas, Frengistan Mektupları’nı genel itibariyle Osmanlı Türkçesi ile yazsa da yer yer Tatarca ve Kıpçak lehçesinden kelimeler kullanmaktadır. Bu da İsmail Bey Gaspıralı’nın Tercüman gazetesinde kullandığı dildir. Bu dili romanlarında da kullanması ve Taşkentli Molla Abbas’ın ağzından yazıya aktarması, Gaspıralı’nın “Lisan-ı Türkî” adını verdiği edebî dili gazete sayfalarının ötesine taşıma çabasıdır:
“Oyun mefhumunca köp (çok) zamanlar sefer (seyahat) edip, koca, yurtuna kaymış (evine dönmüş). Evet, kadını ve refikasını sağınıp (eşini özleyip) gelmiş. Ayttıkları (söyledikleri) şiir ve cırlar (şarkılar) muhabbete dair olmalı...”[3]
Odesa’daki bir tiyatro gösterisinde Jozefin isimli Fransız bir kadınla tanışan Molla Abbas, bu tanışmadan sonra İslâm beldelerinden önce Fransa’yı görmeye heveslenir. Şu cümlelerle niye Frengistan’a seyahat etmeye karar verdiğini açıklar: “Nizamları (düzenleri), tertipleri gayet mükemmel ve muntazamdır ve bir de Frengistan’da olan şeyler bizim Türkistan’da olmadığı sırada görmek ve anlamak ve nazar-ı tenkitten geçirmek (eleştirerek gözden geçirmek) ayrıca faydalıdır. Malumdur ki vilayet gezmek, seyahat etmek uluğ (büyük) bir dershanede ders almak makamındadır.”[4]
Jozefin’den Fransızca dersleri alan Molla Abbas, onun Fransa’da dikkat çekmeden gezebilmesi için bir Fransız gibi giyinmesi önerisini reddeder. Bunun üzerine Jozefin, ona bir Osmanlı gibi giyinmesi önerir ancak Molla Abbas bunu da kabul etmez. Burada Molla Abbas, Türkistanlı olduğunun altını çizer ve nereye giderse gitsin Türkistanlı olacağını söyler.
Molla Abbas’ın Fransa’da gördükleri ve yaşadıkları, aslında otobiyografik unsurlardır. Kahramanın karşılaştıkları, şaşkınlıkları ve düşünceleri Gaspıralı’nın kendi Fransa seyahatinden izler taşımaktadır. Frengistan seyahatinde Molla Abbas, Batı’nın ilmî gelişmişliğini kabul ederek metheder. Fakat sosyal hayat ve kadın-erkek ilişkileri konusunda hissettiği rahatsızlığı da her fırsatta belirtir. Molla Abbas’ın burada klasik bir ifadeyle Batı’nın asıl bakılması gereken yönünün ilmî olduğuna işaret ettiğini söyleyebiliriz. Bu düşünceler, aynı zamanda dönemin İslam dünyasındaki aydınlarda da gözükmektedir.
Darürrahat Müslümanları
Molla Abbas’ın ütopik Endülüs seyahatini anlatan Darürrahat Müslümanları, İsmail Bey Gaspıralı’nın modern İslâm dünyası tezi olarak kabul edilebilir. Nitekim burada Endülüs tarihi hakkında da çokça bilgi verilmektedir. Bunun nedeni, Molla Abbas’ın Darürrahat Müslümanları’nın topraklarını kutsal topraklar olarak görmesidir. Çünkü burada her şeyiyle ideal bir İslâm devleti bulunmaktadır. Frengistan’da eleştirdiği ve hiç tasvip etmediği ahlakî muarızlar, Endülüs’te yoktur.
Molla Abbas’ın aslında “var olmayan” bir Müslüman devletine seyahat etmesi ve orada yaşadıkları, İsmail Bey Gaspıralı’nın örnek bir Müslüman devleti yaratma çabasıdır. Bu da Darürrahat Müslümanları romanına yol gösterici bir rehber özelliği kazandırmaktadır. Gaspıralı idealize ettiği devleti, İslâm dünyasının bulunduğu hâl ile karşılaştırarak ve öğütler vererek hikâyeleştirmiş ve roman formatında anlatmıştır. Bu noktada Molla Abbas’ın bir roman kahramanından ziyade, Gaspıralı’nın fikirlerini ifade eden bir araç olduğunu görmekteyiz.
“Bir devlet veya millet harap olacak ise en ibtida (ilk önce) ilimsiz ve marifetsiz kalır. Bu hâlde koy hayvanı (koyun) gibi fehmsizlenip (anlayışsız olup) öz başlarını özleri uzatıp dururlar!”[5]
Darürrahat Müslümanları’nda Gaspıralı, Molla Abbas’ın Kadı ile yaptığı sohbetlerinde Türkistan ile ütopyasını karşılaştırır. Burada Türkistan’daki Müslümanların musikiyi edepsiz görmelerini eleştirir. Kadı aracılığı ile de Molla Abbas’a musikinin “nazik hissiyatların ve ruhun tercümanı” olduğunu anlatır. En önemli konulardan biri de kadın-erkek eşitliği ve sosyal konularıdır. Burada Molla Abbas’ın Darrürahat için yaptığı tespitler aslında Gaspıralı’nın “olması gerekene dair” bir betimlemesidir: “Darürrahat, hakikaten İslâm ülkesi olduğundan sınıf sınıf, bölük bölük ahalisi yoktur; cümlesi müsavat (eşitlik) üzre bulunarak, bir birinden ancak tabiî kemalât (doğal yetenek) yaki kesp ettikleri (kazandıkları) ilim ve nam fark olunurlar.”[6]
Sudan Mektupları
İsmail Bey Gaspıralı’nın 6 bölümden müteşekkil olan uzun hikâyesi Sudan Mektupları, esasında Kadınlar Ülkesi romanına bir giriş maiyetindedir. Bu eser, Molla Abbas’ın ilk kez Afrika’ya yapacağı yolculuğun bir anlamda başlangıç hikâyesidir. Nitekim daha ilk bölümde Afrika seyahatine çıkmak konusunda Molla Abbas haklı tereddüdünü şu şekilde ifade eder: “Bu vakte kadar hep Frengistan’da bulunup Frengistan’da gördüklerimi beyan etmiş idim (açıklamıştım). Frenk yurdu gayet selâmetliktir (güvenlidir). Nizam ve tertip (yasalar ve düzen) sayesinde hiçbir şeyden havf etmeyip (korkmayıp), hiçbir şeyden rahatsız olmayıp bol bol gün geçirip seyir ve sefada (gezmede eğlenmede) bulunuyor idim; ama, bu mertebe (defa) kısmet çektiği (kader götürdüğü) yerler havflı ve korkunç ve medeniyetsiz olan Afrika ve Sudan kıtaları olacaktır. Sudan taraflarına gitmeye aklım razı olmuyor idi lakin, başyazısına (alın yazısına) karşı durulur mu?”[7]

İkinci bölümde Gaspıralı, Molla Abbas’ın bir sohbeti sırasında yine okuyucuya tarihî bilgiler vermektedir. Afrika ve Mısır’ın yakın dönem tarihini anlattıktan sonra o vakitteki (1886 senesi) siyasî hadiseleri yorumlamaktadır. İngiltere, Fransa ve Almanya üçgeninde Avrupa siyaseti aktarıldıktan sonra Sudanlılara nasıl yardım edilebileceği bahsedilir. Dördüncü bölümde ancak Cezayir’e vararak Afrika topraklarına adım atan Molla Abbas’ın esas yolculuğu da Marsilya’dan Cezayir’e geldiğinde başlar. Burada kendisini Dağıstanlı olarak tanıtır fakat Cezayirliler, Dağıstan’ın nerede olduğunu bilmediklerinden onlara Dağıstan’ın nerede olduğunu anlatır. Burada Gaspıralı’nın hikâye ve romanlarındaki didaktik ögeler öne çıkar ve Dağıstan, Çerkezler ve Şeyh Şamil hakkında okuyucusuna da bilgi verir.
Molla Abbas, Cezayir’de Arap şeyhlerinin “meclislerine” de katılır. Burada meclisten kasıt, Arap şeyhlerinin bir araya gelip kahve içip yemek yiyip birbirleriyle sohbet etmeleridir. Nitekim Molla Abbas bu mecliste Araplara, Çerkezlerden ve Ruslara karşı yapmış oldukları muharebelerden bahseder. Buna karşılık olarak Arap şeyhleri de Cezayirli Arapların Fransızlara karşı verdikleri savaşlara değinir.
Bu mecliste Molla Abbas, Afrika içlerine edeceği seyahatten bahsederken Kadınlar Ülkesi diye bir yerin varlığını öğrenir. Sudan Mektupları, burada, altıncı bölümde sona erer. Molla Abbas da Kadınlar Ülkesi’ne doğru yola çıkarak yeni bir hikâyeye doğru yelken açar.
Kadınlar Ülkesi
1891 senesinde Tercüman’da tefrika edilmeye başlanan Kadınlar Ülkesi, Molla Abbas’ın distopik seyahatini konu edinir. Darürrahat Müslümanları’nda Molla Abbas, ütopik bir Müslüman dünyasına seyahat etmişken bu kez kendisini kadınların toplumsal hayata egemen oldukları bir dünyada kendisini bulur. Molla Abbas’ın kafilesi, Büyük Sahra’nın ortasında, başlarında “Malike” unvanlı bir hükümdarın bulunduğu Kadınlar Ülkesi’nin askerlerine rast gelir.
Kadınlar Ülkesi’nin insanları, Büyük Sahra’nın ortasında medeniyetsiz ve her türlü ilimden habersiz şekilde bedevi olarak yaşayan bir topluluktur. Kadınlar Ülkesi’nin diğer bedevi topluluklardan ayıran ise burada kadınların hâkim pozisyonda olmaları, diğer bir anlamda erkeklerle kadınların rollerinin tam tersi olmasıdır:
“Bu acayip ülkede erk kişiler (erkek) heman (yaklaşık olarak) bizim kadınlar hâlinde olduklarını burungu (önceki) mektuplarımda yazmış idim. Şöyle ki balayı (çocuğu) doğurduktan son bakmaya er kişiye veriyorlar. Her bir kadının iki-üç esir kocası olduğundan biri bala bakmak, biri aş pişirip sığır savmak (sağmak), üçüncüsü ip eşip (ip tarayıp) öreke çevirip, esvap (elbise) dikmek ile meşguldür. Bala (çocuk) aç olsa anasına verip emizip (emzirtip) gene er kişi alıp gidip bakmaktadır.
Kadınlar ise bizim çiğitler (erkekler) makamında olup ok atmak, güreşmek gibi şeyler ile vakit geçirip yaş cigitleri (genç erkekleri) bizim kızlar makamında oynatıp, şarkılar söyletip temaşa etmekteler. Cümle (bütün) işler ve hükûmet hep kadın-kız elindedir. Er kişilerin betleri (yüzleri) örtülü, bizim kadınlar gibi yurt (ev) içinde işlerler. Kartları (yaşlıları) kara ve ağır işlere koyulup yaş cigitler (genç yiğitler) pek nazlı ve rağbetli tutulur.”[8]
Molla Abbas’ın bu cümlelerinde Gaspıralı, İslâm beldesindeki erkeklerin kadınlar hakkında empati yapabilmesini sağlamaya çalışmaktadır. Bunu en yalın hâlde yapan Gaspıralı, Molla Abbas, Kadınlar Ülkesi’nde bulunduğu müddetçe erkek-kadın rol değişimi üzerinden kıyaslamalar aktarmaktadır:
“Ne müşkül hâl! Görmeye (görmek) istemediğin bir kadına esir olup ister istemez eğlendirmek, sevmek mecburiyetinde bulunmak ne ağır iş!.. Ama ne çare? Muhalefet edip karşı varılsa (karşı çıkılsa) açuv (kızgınlık) hiddet çıkarıp belki ağır cezaları mucip olur (gerektirir). İşte dostlarım hâlimize bakıp bizim ülkelerde yüzlerce kadın-kız bu hâlde bulunup istemediği, sevmediği adam eline düşüp bî-cevap, bî-iradet ve çare (karşı koyamaz, iradesiz ve çaresiz) olduklarını şimdi kemalen (iyice) anladım. Kara Malike, bizim gönlümüze kulak vermeyip ‘gelsin istiyorum’ dediği gibi nice nice kızlara, kadınlara cebrolunuyor (zor kullanılıyor). ‘Belki gönlü yoktur, belki muhabbeti yoktur’ deyü fikrolunmuyor; ‘gelsin’ vesselam!”[9]
Molla Abbas, Gaspıralı’nın yarattığı distopik bir ülke olan Kadınlar Ülkesi’ndeyken bolca mukayese yapar. Dünyadaki hâkim toplumsal yapının tepetaklak edildiği bu ironik romanda Molla Abbas, kendi ülkesinde kadınlara haksızlık yapıldığı ve onların “kendi hayatlarına karar verme” haklarının elinden alındığı sonucuna varır. Daha önce Frengistan Mektupları’nda Batı ve Doğu kadınları hususunda mukayese yapan Molla Abbas, ilk kez Kadınlar Ülkesi’nde erkek egemen ile kadın egemen dünya arasındaki farkı görünce daha keskin bir sonuca ulaşır. Kendi ülkesinde olduğu gibi tüm dünyada da kadın-erkek eşitliğinin sağlanması gerekmektedir.
Netice
Molla Abbas, İsmail Bey Gaspıralı’nın kendi düşüncelerini ve görüşlerini okura roman veya hikâye vasıtasıyla aktarma amacıyla yaratmış olduğu bir kahramandır. Bu sebeple onun düşünceleri, yer yer Gaspıralı’dan izler taşımaktadır. Doğu ve Batı arasında yapmış olduğu karşılaştırmalarda ise bu daha belirgin hâle gelmektedir. Bununla birlikte Molla Abbas’ın yer aldığı romanlar otobiyografik unsurlar taşımaktadır.
İsmail Bey Gaspıralı, Molla Abbas’ın seyahatlerinde Doğu toplumlarının sorunlarına işaret ederek önce Batı toplumunu tanıtır. Molla Abbas, Batı’yı kadının sosyal hayattaki konumu haricinde tenkit etmez. Darrürahat Müslümanları’nda ise İslam dünyası için ideal bir devlet-toplum yapılanmasını anlatır. Bu ütopik roman, aynı zamanda Müslümanların da kendi ideal yapılarının olabileceği, kendi gelişmişlik seviyesinin ne derece yükselebileceğini göstermeyi amaçlar. Molla Abbas aracılığı ile Gaspıralı, Batı’nın gelişmişliğinin ve medeniyetinin haricinde bir İslâm gelişmişliği ve medeniyetinin olabileceği tezini savunur.
Molla Abbas’ın en çok dikkatini çeken, onu üzerinde tefekküre sevk eden husus ise toplumda kadının rolü ve kadın-erkek eşitliğidir: “Vakıa (gerçi) İslâm ve Frenk kadınları beyninde (arasında) hâl (tavır) ve terbiyede tefavüt (farklılık) çoktur. Frenklerin hakkı inkâr olunamaz; bala (çocuk) bakmak, terbiye vermek ve dahi bir derece tabiplik (doktorluk) etmek kadınlarının hüneridir (marifetidir). Bunlar edepli ve pak (temiz) olsa idiler dünyada birinci avratlar (dünyanın en iyi kadınları) olurlar idi. Frenk hüneri ve İslâm edebi (terbiyesi) bir yere gelir ise daha güzel olur idi.”[10]
Buradaki Frenk-İslam kadını mukayesesinden sonra Kadınlar Ülkesi’nde kendi yaşadığı toplumsal hayatın tam tersine şahit olan Molla Abbas, kadınlara yapılan haksızlığı idrak eder. İşte Gaspıralı, Molla Abbas’ın yaptığı gibi İslam dünyasındaki erkeklerin de empati yapmasını ve kadın-erkek eşitliğinin ne derece insanî bir konu olduğunun fark edilmesini amaçlar.
[1] İsmail Bey Gaspıralı, Roman ve Hikâyeleri, Yay. Haz. Yavuz Akpınar, (İstanbul: Ötüken, 2014), s. 95. [2] 1851 senesinde doğmuş olan İsmail Bey Gaspıralı, 1872’de İstanbul-Viyana-Münih-Stuttgart hattı üzerinden Paris’e gitmiştir. Bkz. Hakan Kırımlı, “İsmail Bey Gaspıralı”, DİA, C: 13, 1996, s. 392. [3] Gaspıralı, age, s. 97. [4] Gaspıralı, age, s. 98-99. [5] Gaspıralı, age, s. 243. [6] Gaspıralı, age, s. 257. [7] Gaspıralı, age, s. 289-290. [8] Gaspıralı, age, s. 331-332. [9] Gaspıralı, age, s. 340. [10] Gaspıralı, age, s. 290-291. Ufuk Aykol