Çetin kış şartlarına uyum sağlamak için yapılmış eski taş binalarla modern Avrupa mimarisinin iç içe geçtiği Batum sokaklarını arşınlıyorum. Özellikle saat kulesine hayranlıkla bakarken zamanın benim saatimi çaldığını fark ediyorum.
Sınırlar, pasaport, vize işlemleri, bürokrasi bütün bunlar gerekli midir? Bir insanın başka bir ülkeyi keşfedebilmesi için aşması gereken barikatların önemi nedir? Dünya vatandaşlığı sadece bir ütopya mıdır yoksa böyle bir anın gelmesi muhtemel midir? Bütün bu sorular kafamı sürekli meşgul ederken gerçekliğin eziciliği karşısında daima yenileceğimi sanırdım. Ta ki Gürcistan’a giriş yapabilmek için sadece kimliğin yeterli olduğunu öğrenene kadar... Sürekli bir bahane üreterek pasaport yenilemeyi erteliyordum. Pasaportumun süresi bitmişti ve yenisini almak için yeterli vaktim yoktu. Yeni yaşımı bambaşka bir yerde tek başıma karşılamak istiyordum. Batum’a pasaportsuz girilme şansını öğrendiğimden beri ise içim içime sığmıyordu. Kararımı verdim: Trabzon üzerinden Batum’a ulaşacaktım ve yeni yaşımı tek başıma Batum’da karşılayacaktım.

Uçağım Trabzon'a indiğinde heyecanıma sanki bütün Karadeniz eşlik ediyordu. Kendimi otogara attım ve ilk otobüsle çok da makul bir fiyata başka bir kültürün yolunu tuttum. Kulağımda sevdiğim müzikler, pencereden izlediğim coşkulu deniz ve yeşillikler içinde Batum’a yol alıyordum. Tek başıma seyahat ederken en çok sevdiğim şeyi yapıyordum: Düşünüyordum. Uzun uzun kendimi, yaşamımı, çevremi, dünyayı kafamda ölçüp tartmaya çalışıyordum. Bu kadar farklı şehir ve bu kadar çok insan ve onların hayatları... Bütün seyahatlerimde yalnız seyahat etmeyi tercih etmemin sebebi belki de budur, bilemiyorum. O sıra canımı sıkan odak noktam olan üzüntülerin insana özgü olduğunu daha kolay idrak etmemi sağlar bu. Çünkü yeryüzünde ne kadar insan var ise o kadar da insana özgü durum olduğunun farkına varırım. Yolculuğum da bu gibi düşüncelerle sürerken 2.5 saat sonrasında Sarp sınırına kolaylıkla ulaşıyorum. Bugün benim doğum günüm ve yeni yaşımı farklı bir ülkede karşılamak için can atıyorum. Sınırdan yürüyerek geçiyorum ve görevlilere iyi günler diledikten sonra ise Batum’dayım. Yürüyerek sınır geçmenin enteresan bir his olduğunu söyleyebilirim. İnsanlığı ayıran çizgilerin ne kadar basit olduğunun en büyük kanıtı adeta bu eylem. Sınırda bekleyen minibüslerden birine biniyorum ve on beş dakika sonra merkezdeyim. Ortodoks mimarisinin şehri sarıp sarmaladığı Batum sokaklarını arşınlayarak otelimin bulunduğu Piazza Meydanı'na ulaşıyorum. Burayı gördükten sonra kendimi
Gürcistan’da değil de Avrupa’nın en merkezî başkentlerinden birinde hissediyorum. Çetin kış şartlarına uyum sağlamak için yapılmış eski taş binalarla modern Avrupa mimarisinin iç içe geçtiği Batum sokaklarını arşınlıyorum. Özellikle saat kulesine hayranlıkla bakarken zamanın benim saatimi çaldığını fark ediyorum. “Madem doğum günüm bu güzel meydanda bir mum üfleyerek yeni yaşım için dileğimi dilemeliyim.” diye düşünüyorum. Bazı konularda oldukça gelenekçi olduğumu söylemek zorundayım. Doğum günü kavramına sıradan bir anlam yükleyemiyorum. O gün bütünüyle bana ait olduğu için o günü hakkıyla teslim etmek zorunda hissediyorum kendimi. Güzel dilekler sunulduğunda mutluluktan uçuyorum adeta. Güneş etrafında dönüşümüzün bir nişanesi olan doğum günlerimizde tüm kötülükleri geride bıraktığımızı umuyorum. Bu umutla bir dilim pastanın üzerine kondurduğum mum aracılığıyla tüm eski yaşlarıma el sallıyorum. İyi ki bu dünyaya getirildiğimi, iyi ki beni ben yapan tutkulara sahip olduğumu düşünüyorum. Bu tutkuların en güzeli beni ülkemden uzakta bir keşifle sarmalıyor şimdi. Piazza Meydanı’nın keyfini çıkardıktan sonra Tanrı’nın Annesi Katedrali’nin ve Ermeni Kilisesi’nin görselliğinde kendimi kaybediyorum bir süre. Ancak görülecek alan çok vakit az olduğu için bu tempoyla kendimi Batum sahiline atıyorum. Tertemiz bir deniz karşılıyor beni. Bir de halk plajının tadını çıkaran insanlar... Plajın bir tarafından akordeon sesleri yükseliyor ve bu sesler eşliğinde dans eden gençlerin neşesi kulağıma çalınıyor. Bir tarafta ise Dünya Kupası maçlarını takip eden fanatiklerin heyecanını hissediyorum. Bir tarafta güneşin batışını izlemeye gelenler, bir tarafta ise kavuşmaları mahşere kalmış Ali ve Nino... Bütün bu kalabalığın birbiriyle uyumundan doğan Batum sahilinde oldukça uzun bir süre vakit geçiriyorum. Ali ve Nino’nun anlık kavuşmaları ve sonrasında ayrılıklarına şahitlik ederken gökyüzünü kızıla boyayan güneşin batışını izliyorum. Bu anlar benim açımdan oldukça eşsiz sayılabilecek nitelikte. Yolculuğumun başında aklıma çalınan düşünceleri gözden geçirme şansına güneşi batırırken de sahip oluyorum. Dünya üzerinde ne kadar insan varsa insana özgü tüm hisler de aynı ölçüde. Aşk da insanı insan yapan en önemli unsur. Aşkta kavuşmak da bir yastıkta kocamak da var. Ayrılık da. Ama “Ayrılık da sevdaya dâhil.” Aynı ölümsüz âşıklar Ali ve Nino gibi... Güzel gün batımını Attila İlhan’ın dizeleriyle yaşarken gözlerim Ali ve Nino heykeline takılıyor, yeni yaşım için bir dilek daha diliyorum.

Batum'da en çok dikkatimi çeken şeylerden biri de bol yeşilli parkları oluyor. Özellikle kocaman beyaz çiçeklerin ağaçlar arasından gülümsediği manolyalar beni tüm şehirde kucaklıyor. Ancak Batum'un parklarındaki ağaçlarla yetinmeyerek gezimin ertesi günü kendimi Batum Botanik Bahçesi’ne atıyorum. Çok cüzi bir miktarla şehir merkezinden bindiğim minibüsle cennetin yeryüzündeki yansımalarından birindeyim artık. İrili ufaklı yüzlerce ağaç, neşeyle şarkılar söyleyen kuşlar, masmavi bir deniz manzarası ve genzinize kadar sizi mest eden bir koku... Kelimelerle ne kadar tasvir etmeye çalışsam az, bir o kadar da ruha huzur veren bir ortam Batum Botanik Bahçesi... Bu huzurlu ortamda doğayla iç içe yaptığım yürüyüşün tadını damağımda bırakırken bir banka uzanıyor ve anı zihnimde ölümsüzleştirmeye çalışıyorum. O an zaman duruyor ve doğayla bir bütün hâlinde ruhum sonsuzluğa karışıyor. Nefes aldığıma, bu anı yaşayabildiğime, bu andan keyif alacak fırsatları yakalamama ve hayata teşekkürlerimi sunarken bir kez daha iyi ki doğdum diyorum.
Her ne kadar zamanı durdurmak istesem de zamanın izafi bir kavram olduğunu düşünsem de gerçekliğin eziciliği bir kez daha karşıma çıkıyor ve gitme vakti yaklaşıyor. Tekrar karşılaşmak umuduyla son kez şehri turlayarak Batum’a veda ediyorum. Geldiğim gibi yürüyerek sınırdan geçiyor ve ülkeme ulaşıyorum. Her ne kadar güzel bir gezi de geçirsem güzel ülkemize gelmiş olmak bana güven veriyor.
Merve Köken