O, tıpkı Platon'un mağarasından çıkan adam gibi "evrensel gerçekleri" görmektedir. Ona göre kendisi mağaradan ellerini çözüp çıkan tek kişiyken diğerleri diğerleri duvardaki gölgelerle avunan bir yığın insandan ibarettir.
Kış Uykusu, 2014 yılında Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi kazanan Nuri Bilge Ceylan filmi. Ceylan bu filminde ana karakterin adından da anlaşılacağı gibi (Aydın) Türkiye aydınını betimlerken hayata ve yabancılaşmaya dair evrensel durumları izleyiciye yansıtıyor. Birçok farklı konuyu edebiyat ve felsefeyle dirsek teması içerisinde işleyen film, diyalogların bolluğuyla yönetmenin önceki filmlerinden farklılaşarak Ceylan’ın yeni bir anlatım biçimine yöneldiğini gösteriyor. Aydın ve yakın çevresini ele alarak oluşturulan atmosferin farklı sosyolojik ve psikolojik incelemelere kapı aralamasıyla birlikte üzerinde uzunca tartışabileceğimiz konuları önümüze seriyor.
Ana karakter Aydın, zamanında tiyatroda oyunculuk yapmış, Kapadokya’da otel işleten varlıklı biridir. Filmin genelinde yakınlarıyla çatışmaları, narsist ve sarkastik tavırlarıyla dikkat çeker. Hükmedici tavrı ve çeşitli doğruları başkalarına dikte edişiyle tipik bir burjuvadan, hiç deneyimlemediği şeyler hakkında bir yığın ahkâm kesen sözde aydınlara kadar geniş bir yelpazede değerlendirilebilecek birisidir. Aydın, rahatsız ve kibirli tavırlarıyla bir sahnede lafa girerek tartışacağımız noktayı önümüze atar:

“Üç kuruş paramız var diye suçlu olduk ya. Ben mi yarattım? Düzen böyle kurulmuş kardeşim ben napayım? Allah böyle yaratmış. Ben yaratmadım. Adalet hiçbir yerde yok. Doğada var mı adalet? Yok. Burada niye olsun anlamadım.”
İnsan kendisini doğadan farklılaşmasıyla tanımlar. Hümanizm, insanların ve onların içindeki özün kutsallığı üzerine şekillenir. Her şeyin ölçütü insan olarak tanımlanır.[1] Hepimiz şu cümleyi kurmuşuzdur: “Biraz insan ol insan!” Hümanizmin tüm dünyaya yaydığı insanın kutsal olduğuna ve şaşmayacağına dair mite olan inancımızı doğrudan gösteren bir cümle bu. Bu inancın eşliğinde kâh dinlerden kâh bilimdeki bulgulardan hareketle hâlâ kendimizi farklı bir yerde konumlandırırız. İnsan gelişmiştir, dünyaya hâkim olmuştur ve hayvani getirilerini dizginlemeyi hatta aşmayı başarmıştır. Kendini doğadan soyutlamış ve ona şekil vermiştir. Empati yapar, diğerlerine yardım eder, sadece yararını gözeterek eylemlerde bulunmaz.
Tanrının konumunu kaybetmesiyle ortaya çıkan manevi boşluk insanın merkeze konulması ve yüceleştirilmesiyle doldurulmuştur. İnsan dünyanın merkezindedir ve yeryüzünün diğer sakinlerinden farklıdır.[2] Bu durum yasalarda da açıkça belirgindir: Bir insanın öldürülmesi bir hayvanın öldürülmesiyle eşit şekilde değerlendirilmez. Ne de olsa insan, kendi yararıyla birlikte her şeyin üstündedir. İnsanlar bu tip “kurgu”larını över ve tüm yaşamı bunlara göre düzenler. Bu kurguların -toplum, insan tanımı, değerler vb.- sorun çıkardığı noktada ise insanların yaptığı, sorunu kurgularda aramak yerine doğrudan doğaya atıf yapmaktır. Hâlbuki belirttiğimiz gibi insan kendini büyük ölçüde doğadan farklılaşmasıyla tanımlar (Örneğin bir insana; hayvan, ot vs. dendiğini duymuşuzdur). İnsanın kendisini bu yolla tanımlayıp ufacık bir sıkışmada doğaya sığınması, doğaya doğrudan atıf yapması trajikomik midir? Yoksa muktedirlerin, ezenlerin bir hinliği midir? İnsan bencildir çünkü doğa şartları böyle gerektirir. Bazıları fakir olmak zorundadır çünkü doğal seçilimdir. Doğada adalet yoktur toplumda da olamazdır. Sorunun kurgularda olabileceği hiç dillendirilmez. Sorunun kaynağı doğadadır hatta bizzat doğadır ve bu sorunu, sorun olmaktan çıkarır çünkü doğada olan normaldir. Bu normallik silahı Aydın gibilerin eğip bükebileceği, sıkıştıkça kaçabileceği muhteşem bir meşruiyet aracına dönüşür. Böylece sosyal hiyerarşinin alt kısımlarında bulunanların adalet arayışı ya da adalet arama ihtimali boşa çıkartılmış olur. Aslında Aydın’ın doğaya yaptığı atıf doğrudan kendisini yansıtması bakımından bizleri, ele alabileceğimiz ikinci önemli noktaya yöneltir. Aydın’ın doğada adalet görmemesinden mütevellit kendi konumunu korumaya ve bir bakıma adaletsizliği sürdürmeye yönelik tutumu kendisinin yabancılaşmış hâl-i pürmelalini gözler önüne serer. Bu yabancılaşma filmin isminden de rahatlıkla anlaşılabilir. Aydın kayalardan oyulmuş hanesinde ruhen kış uykusuna yatmıştır. Huysuz bir biçimde etrafını da bu uykuya çekmeye çalışır. Bu doğrultuda doğaya yakınsaması -yabancılaştıkça huysuzlaşması- şaşılacak bir durum değildir.
Mağara benzetmesi -Aydın’ın yaşadığı yer gerçekten mağaradan hâllicedir- sadece ruhsal çölleşmeyi yansıtmaz. Aydın, üzerine kafa yorduğu ve yazılar yazdığı düşüncelerin evrensel olduğunu belirtir. O, tıpkı Platon’un mağarasından çıkan adam gibi “evrensel gerçekleri” görmektedir. Ona göre kendisi mağaradan ellerini çözüp çıkan tek kişiyken diğerleri duvardaki gölgelerle avunan bir yığın insandan ibarettir. O ideaları yani değişmez gerçekleri görmüştür. İçeride gölgeleri gerçek zanneden kişilere olayın aslını anlatmaya çalışmaktadır. İş bu sebep onun yaptıkları ulviyken diğerleri beyhude çabalar içerisindedir. Dolayısıyla gerçek olana ulaşan doğal olana da ulaşır ve gerçekliğin sınırlarını belirleme hakkına sahiptir. Bu hakka sahip olan(!) Aydın’ın ta kendisidir.

Yazıda ele alınanların ışığında Kış Uykusu bizlere kendimize bir bakış atma olanağı da sunuyor. Kendimize has konumlarımızdan dünyayı yorumlarken Aydın’dan farklı mı davranıyoruz acaba? Bizler baktığımız yere göre dünyayı yorumluyor, gerçeklikler oluşturuyoruz. Bu gerçeklikler zamanla bizim için doğal olan hâline geliyor ve dünyayı yorumlama biçimimiz bu andan itibaren belirli bir paradigma üzerinden şekilleniyor. Tıpkı Aydın gibi konumumuzun getirilerini, isteklerimizi, başarılarımızı ve daha birçok şeyi oluşturduğumuz gerçekliğe göre açıklıyoruz. Bu açıklamaları doğal, değişmez addederek(bir nevi doğa kanunu) bir sorun ya da çelişkiyle karşılaştığımızda sorunu, oluşturduğumuz gerçeklikte aramaktan kaçınıyoruz. Bu dış odaklı bakış aslında çoğu problemin çözülemez durmasının kaynağını oluşturuyor. Zira hepimizin bildiği gibi insanlar, sorunu kendisinde ya da kendiyle ilişkili bir durumda görmezse harekete geçmeyen varlıklar. Bu doğrultuda bir düşünelim: Kış uykusunda olan sadece Aydın mı? Aydın sadece içimizden biri mi yoksa hepimiz birer Aydın mıyız?
[1] Alev Alatlı, Batı’ya Yön Veren Metinler III, Kapadokya Meslek Yüksekokulu, 2010 s. 919. [2]Sibel Arkonaç, “Psikolojinin Değişen Paradigması ve Değişmeyen Sorunları”, Türk Psikoloji Bülteni, 12 (39), 2006, s. 1-12. Fethi Okun