top of page

C. Cengiz Çevik ile Herakleitos ve Çeviri Üzerine

Herakleitos’tan kalan fragmanlar dikkatimizi çoğunlukla evrendeki canlılık ve hareketlilik niteliğine çekiyor, hareketsizlik ve dinlenme fikri adeta filozofu rahatsız ediyor. Bu öyle bir felsefî rahatsızlıktır ki Nietzsche’ye “Herakleitos varlığı reddediyor.” dedirtmiştir.

 

Evrenin temel maddesi (arkhe) nedir, sorusuna Thales “su” cevabını verirken Anaksimandros “apeiron”, Anaksimenes “hava”, Herakleitos ise “ateş” cevabını veriyor. Herakleitos’un ateş cevabının arkasında yatan simgesel bağlam nedir? Herakleitos, diğer filozoflardan farklı olarak bize neyi anlatmak istiyor?

Herakleitos’un genel olarak her şeyin ateşten geldiğini ve yine ona dönüşerek yok olduğunu düşündüğünü biliyoruz. Ateşi bir element olarak kabul edip (Cic. Ac. 2.37.118; Lucr. 1.635-6) her şeyin ateşle takas edildiğini ve Anaksimenes’in sonsuz havası gibi fiziksel oluşum ve dönüşümün seyrekleşme ve yoğunlaşmayla mümkün olduğunu savunmuştur. Diogenes Laertius 9.7-11’de ve başka yerlerde özetlenen bu görüşlerinin arkasında Herakleitos’u diğer Presokratiklerden ayıran nasıl bir bağlam aramalıyız? Bana kalırsa, Herakleitos’u özel kılan temel unsur hareketliliğin doğasını karakterize eden canlı ateş varsayımıdır. Şöyle anlatmak istiyorum: Ateşe baktığınızda statik değil, dinamik; ölü değil, canlı bir şey veya süreç aklınıza gelir. Canlılığı sağlayan bedenin ruhu gibi evrenin de ateşi vardır, tek fark evrensel ateşin evrendeki tüm unsurlara ekili olarak bulunması, dolayısıyla Aetna 537-540’a referansla, fiziksel bir zorunluluk olarak evrendeki hiçbir şeyin ateş karşısında “yenilmez” veya “çözülemez” olmamasıdır. Herakleitos’tan kalan fragmanlar dikkatimizi çoğunlukla evrendeki canlılık ve hareketlilik niteliğine çekiyor, hareketsizlik ve dinlenme fikri adeta filozofu rahatsız ediyor. Bu öyle bir felsefî rahatsızlıktır ki Nietzsche’ye “Herakleitos varlığı reddediyor.” dedirtmiştir. Pos bıyıklı filozofun kastettiği, Herakleitos’un varlığın kendinde var oluşundan ziyade onun içinde “aktığı” döngüsel kompozisyonda yani hareketlilikte üstlendiği role odaklanmış olduğudur. Diog. Oen. Frag. 6’da “Ateş bir element olamaz, çünkü yok edilemez değildir.” minvalinde bir eleştiri vardır. Bu eleştiri ateşin sönebileceği veya söndürülebileceği varsayımına dayanır, ancak bu Herakleitosçu fizik bağlamında canlılığın ortadan kalkması demek, bu yüzden ben tersten bir okumayla (eleştiriyi çözümleyerek) Herakleitos’u hareketlilik fikrinden ötürü bir “canlılık filozofu” olarak görüyorum. Simgesel bağlamın izlerini burada arıyorum.


Herakleitos’un demokrasiyi şiddetle eleştirmesi ve demokrasiye karşı aristokrasiyi savunması hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu eleştirilerin temel noktası nedir?

Herakleitos’un politik rejim türü olarak sistematik bir demokrasi eleştirisi yapıp yapmadığını bilmiyoruz ancak metinsel açıdan dayanağımız ve tutamaçlarımız olan fragmanların izinden gidersek, böyle bir filozofun doğrudan böyle bir eleştiri yapmamış olması akla yatkındır. Zira Herakleitos politik rejim sorununu ele almamış olsa da (bu konuda bilgi sahibi değiliz), farklı modern yorumcular tarafından antidemokratik veya aristokratik olarak değerlendirilen bazı yaklaşımlar sergilemiştir. Ben de kendimi bu yorumculara dahil ediyorum. Bu, çalışmalarımda ve konuşmalarımda ısrarla savunduğum, Yunan felsefesinin baştan sona, çoğunluğun sorunlu kanı ve yargılarına karşı kaçınılmaz olarak aristokratik bir karakter taşıdığı düşüncesiyle birlikte değerlendirilmeli. Nitekim Fragmanlar çevirimin “Sunuş” bölümünde Herakleitos’un ailesinin kraliyet kökeni ile çoğunluğu oluşturan avam tabakasına küçümseyerek bakması arasında bir ilişki kuruyor, bir toplum düşmanıyla karşı karşıya olduğumuz fikrini bir spekülasyon olarak ortaya atıyorum. Filozofun yaşamıyla ilgili anlatılarda karşımıza çıkan, ona göre Ephesoslular arasındaki en iyi kişi olan, en yakın dostu Hermodoros’un kentten sürgün edilmesi de filozofun topluma olan nefretini körüklemiş olmalı. Tüm Ephesosların intihar edip, kenti çocuklara bırakmalarını isteyen bir filozofla karşı karşıyayız. (Bkz. Diog. Laert. 9.2) Peki, bu onu antidemokratik bir filozof olarak kodlamaya yeter mi? Yetmez, ancak kışkırtıcı bir akıl yürütmeyle, “Benim için bir insan en iyiyse, on bin kişidir.” minvalindeki fragmanı (Theod. Prodr. Epist. 1, p. 1239) onun aristokratik kimliğiyle ilişkilendirebileceğimi söyleyebilirim. Ancak tekrar etmekte fayda var, filozofun politik rejim sorununu ele aldığını söyleyemesek de onun “düşüncesiz ve akılsız” olduklarını söylediği (Procl. In Alc. I, p.117) çoğunluğa ve çoğunluğun değer yargılarına yaklaşımının “en iyi” (ariston) anlamından hareketle oluşturulan “aristokratik” sıfatına uygun bir karaktere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Yunan demokrasisinin felsefenin ortaya çıkmasına veya serpilmesine katkı sağladığı iddia edilebilir ancak Herakleitos örneğinde olduğu gibi felsefenin genel karakteristiği açısından, halkın (demos) kanaatine danışmayı gerektiren politik bir rejim kendinde sorunlar içermektedir. Halk kendi içindeki en iyi veya daha iyi olan filozofa danışır, filozof halka danışılmasını talep etmez, en azından böyle bir talebi dile getirmiş bir Yunan filozof tipi yoktur.

Herakleitos’un görüşlerinde Nietzsche’yi etkileyen nokta neydi? Hegel’de de Herakleitos’un izlerini görmek mümkün mü?

Nietzsche’nin farklı dönemlerde kaleme aldığı, bir ölçüde dağınık olarak değerlendirebileceğimiz farklı düşünceleri var. Daha erken döneme ait olmakla birlikte daha ders formunda olduğu için, “Platon Öncesi Filozoflar” başlıklı metninde yer alan Herakleitos’la ilgili bölüm bize daha doğru bir fikir verebilir. Pos bıyıklı bir yerde Herakleitos için “Hakikati anında kendisiyle özdeşleştirerek gururunu yüce bir tutku hâlini alacak dereceye vardırır… Kendi dışında yalnızca delilik, yanılsama ve cehalet görür” diyor. Nietzsche’nin sonraki yaşam öyküsünü ve fikrî gelişimini göz önünde bulundurursak, Herakleitos’a bu bakışının aynaya bakışı gibi olduğunu düşünebiliriz. İddialı bir düşünce olduğunun farkındayım. Ancak, Nietzsche’nin dünyanın her daim Herakleitos’a ihtiyaç duyduğunu veya onun her daim haklı olduğunu söylemesi, Lucy Huskinson’ın deyişiyle (Nietzsche and Jung: The Whole Self in the Union of Opposites, 85), Nietzsche’nin Herakleitos’ta tatmini bulması ve başka bir şeye ihtiyaç duymamasıdır. Kişisel etkilenme veya örneklik durumunu aşarak Nietzsche’nin bengi dönüşünde Herakleitos’un bitimsiz elementler döngüsünün izini bulabiliriz, ilki ikincisine enerji ve gücü bir zorunluluk olarak eklemiş görünüyor ancak zaten Herakleitos’un “logos”unu da Nietzsche’nin bengi dönüşündeki enerji ve güçten farklı düşünmüyorum. Hegel üzerindeki olası Herakleitos izlerini hiç düşünmedim, bu konuda okuma yapmadım, bilgi sahibi değilim.


Herakleitos, tanrı kavramına karşı nasıl bir bakış açısına sahip, anlatır mısınız?

Aristoteles’in Herakleitos’la ilgili aktardığı bir anekdot vardır. Herakleitos’la tanışmak isteyen yabancılar muhtemelen bir tapınakta ona yaklaşmışlar ancak o ocağın yanında ısınmaya çalışıyormuş. Filozof onlara içeri girmelerini söyleyerek “Tanrılar da burada.” demiş (PA 645a17-21). Acaba ateşi mi kastediyor? Herakleitos’un geleneksel tanrıları ve onların oluşturduğu sistemi ne derece kabul ettiğini bilmiyoruz ancak bazı fragmanlar onun tanrılardan bazılarının geleneğin de benimseyip aktardığı rollerini kabul ettiğini gösteriyor. Örneğin Plut. Pyth. Orac. 21 404D’de, Herakleitos’un tanrı Apollon’un Delphoi’daki kehanet aktarma tarzına dair bir yorumunu okuruz. Ona göre tanrı ne konuşur, ne saklarmış sadece işaretler verirmiş. Bu “karanlık” olarak betimlenmesine neden olacak şekilde, üstü kapalı üslubuyla ilgili bir alegori de olabilir, bilmiyoruz. Yaşam öyküsünün bir yerinde Artemis Tapınağı’na sığındığını da biliyoruz ama bu sığınma, Heidegger’in yorumladığı gibi tanrıların huzurunda olma heyecan ve şaşkınlığına temas eden bir yakınlık kurma çabası değildir. İnziva olarak tapınağa çekilme yeterince şey söylüyor, belki de küsülen veya karşı çıkılan toplumdan uzaklaşmanın tanrısal bir yönü vardır. Filozof toplumdan kaçtığı gibi toplumdaki içi boş dinsel düşüncelerden da kaçıyor. Homeros ve Arkhilokhos gibi tanrılarla ilgili masallar anlatan şairleri tüm yarışmalardan kovmak istemesinin nedeni de budur, filozofun doğadaki süreçleri anlamaya daveti, olayları bu tür masal anlatıcılarının betimlediği tanrıların düzensiz ve akıl dışı eylemleriyle açıklama eğiliminden uzaklaşma çağrısıdır.


Logos sözcüğü Türkçeye farklı anlamlara gelebilecek sözcüklerle çevriliyor. Peki Herakleitos’un “logos” sözcüğüne kattığı anlam nedir?

Ben Fragmanlar çevirimde (Herakleitos, Fragmanlar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019) logos sözcüğünü olduğu gibi bıraktım, başka bir sözcükle karşılamadım. Yunancada logos’un birçok anlamı vardır, örneğin hesaplama, sayma, tahmin etme, hesap, ölçü, değerlendirme, bir şeye değer verme, ilişki, alaka, oran, ölçüt, açıklama, bir argümanı veya düşünceyi dile getirme ve savunma, mantıkta önerme, genel olarak kural, ilke ve yasa, bir yapı oluşturan kurallar bütünü, tez, akıl, gerekçe, temel, ruhtaki içsel çekişme, düşünme, muhakeme, gerekçelendirme, sözlü ifade, söyleyiş, konuşma, rapor, gelenek, tartışma, münazara, söylenen söz, ifade. Burada sıraladığımız bütün bu anlamlara yakın olan başka anlamlar da ekleyebiliriz. Herakleitos’un fragmanlarında karşımıza çıkan ve felsefesinin temel dayanak noktalarından biri olan logos kavramını Türkçede tek bir kelimeyle karşılamak zordur, bu yüzden kavramı çeviride olduğu gibi bırakıp içerdiği anlam veya anlamları bulunduğu bağlamdan hareketle yorumlayarak anlatmak, sadece farklı bağlamlarda farklı anlamlarıyla öne çıkan kavramın değil, genel olarak filozofun öğretisinin anlaşılabilmesi için daha faydalı olur. Bu yüzden çevirimin başındaki “Sunuş” yazısında Herakleitos’un “logos”unu açıklayarak anlattım. Herakleitos’un “logos”u her şeyden önce bir toplum eleştirisi olarak insanların çoğunun işitmeden önce de işittikten sonra da anlayamadığı bir kavramdır. Filozofa göre çoğunluk logos karşısında şaşırmayı sever veya alışkanlık edinmiştir. Onun “logos”u her şeyden önce “kozmik akıl”dır, her şeyin düzenli, bir arada ve “bir” olmasını sağlayan (belki tanrısal diyebileceğimiz) mekanizmanın kendisidir. Hippol. Ref. 9.9.1-2, 9.10.8 kaynaklı fragmanda insanların Bir’in ayrışarak kendi içinde uyum sağladığını anlamadıkları eleştirisi vardır, daha sonra “Tanrı: Gündüz gece, kış yaz, savaş barış…” diyalektiği kurulur, bu diyalektik onun “logos”unun temel karakteristiğini özetler. Başka deyişle onun “logos”u karşıtların birlikte var oluşunu, ebedî bir döngüsellik içinde mümkün kılan tanrısal akıldır. Diog. Laert. 9.7’de Herakleitos’a atıfla “tüm yollarını dolaşan yine de ulaşamaz ruhun sınırlarına. Öyle derindir onun logos’u” deniyor, benim anladığım ruhun hareketliliği ile canlılığına atıf vardır, onun “logos”u veya düzeni öyle derindir ki, sınırlarına ulaşmak mümkün değildir. Aynısı evrendeki logos için de düşünülebilir, nitekim Stoacıların Herakleitos’tan hareketle anladığı logos da böyle bir şeydir. Kleanthes’in meşhur Stoacı ilahisinde tanrıya atıfla “onunla yönetirsin her şeyde ortak olan ve daha büyük ve daha küçük ışıklara karışarak varlığını sürdüren logos’u” denir, burada logos hem düzenin kendisi hem de düzeni sürdüren akıl anlamında düşünülebilir. Sextus Empiricus’un aktardığına göre, Herakleitos nefes aldığımızda tanrısal “logos”u içimize alarak akıllı bir varlığa dönüştüğümüzü düşünmüştür (Adv. Math. 7.127-34). Burada logos, insanın evrenin tanrısallık karakterini paylaşma aracıdır, insan ona erer ve onun aracılığıyla tanrısal bir anlam kazanır. Fragmanların kısıtlı anlam imkanlarından ötürü, bu tür yorum ve spekülasyonları arttırabiliriz.


Fragmanları Türkçeye çevirirken sizi en çok zorlayan cümle hangisiydi?

Böyle bir cümle hatırlamıyorum, genel olarak çevirinin kendisinin beni zorladığını söyleyebilirim.


Yunancadan ve Latinceden birçok eser çevirdiniz ve çevirmeye de devam ediyorsunuz. Peki Türkiye’de felsefeye olan ilgide bir artış görüyor musunuz? Felsefe özelinde nitelikli bir okur zümresi var mı?

Felsefeye olan ilginin her geçen gün arttığını görüyorum. İlgi arttığı için çeviri, kitap ve makalelerin sayısı da artıyor. Amatör okur ile akademik okur arasındaki nitelik ayrımının kapandığı birçok duruma şahit oldum, açıkçası felsefenin çok ilgi görmesini büyük bir başarı veya mutluluk kaynağı olarak görenlerden değilim. Felsefe tarihin hiçbir döneminde geniş halk kitlelerinin rağbet ettiği bir çalışma alanı olmamıştır, düşünmeye isteği ve vakti olan insanların kendilerini daha fazla vakfetme gereğini hissettiği sistematik bir düşünme etkinliğinden bahsediyoruz. Felsefeyi andıran düşünme tarzları ve eserlerine dikkat etmek gerekir. Ben bu konuda nicelikten ziyade niteliğe odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum, bazı okurlar (onları sorduğunuz için söylüyorum) yazılı eseriniz üzerinden sizi en derin felsefî konuları tartışmaya çekebiliyor. Bu, yazar veya çevirmen olarak sizin antik felsefeye olan temasınıza bir dinamizm katıyor, çünkü size yorumunu ileten ikinci bir akıldan söz ediyoruz. Bir filozofun düşüncelerini anlama yolunda, metnin tanığı olan okuyucu, bazen öğrenciniz, bazen yoldaşınız, bazen de rehberiniz oluyor. Bu yüzden okuyucuları eserler ve düşünceler üzerine görüşlerini iletmekten çekinmemeye davet ediyorum.


Türkiye’deki çeviri faaliyetleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Gerek çevirmen ve yayınevi ilişkisi gerekse çevrilen eserlerin niteliği konusunda artarak devam eden bir kalite söz konusu mu?

Türkiye’de adı konmamış ve bilimsel yayınlarla istatistiği ortaya konmamış bir çeviri hengâmesi yaşanıyor. Hengâme kelimesini bilerek kullanıyorum, akademisyenler, çevirmenler, yayınevleri ve okurlar arasında bir “gürültü, patırtı, savaş, kavga” hâli söz konusu. Herakleitos’u üslup bakımından örnek alırsak, yaşadığımız dönemdeki çeviri faaliyetlerinin özeti şudur: “Çeviri: İyi kötü, başarılı başarısız.” Gerek çevirmen ve yayınevi ilişkisi gerekse çevrilen eserlerin niteliği açısından artarak devam eden bir kaliteden söz edilebilir mi? Belki yayın çokluğuna bakarak bu soruya olumlu cevap verilebilir, kaliteli yayın olma olasılığı artıyor olabilir veya tam tersi de olabilir, kötü örnekler başka kötü eserlerin ortaya çıkmasını kolaylaştırıyor olabilir. Ben bu konularda kesin bir şey söylemenin, benim açımdan mümkün olduğunu sanmıyorum. Ancak antik metin çevirileriyle ilgili bazı tespitlerde bulunabilirim. Eskiye oranla asıl dillerden (Yunanca ve Latince) çeviri yapanların sayısı arttı, bu dilleri bildiğini iddia edenlerin ve çeviriyi asıl metinle karşılaştırabilenlerin de. Bu hengâmede çeviri kalitesinin değilse bile çeviri üzerine konuşabilme yeteneği ile eleştiri kalitesinin arttığını düşünebiliriz. Bu fena bir gelişme değil. Ayrıca bilgi olanaklarının arttığı bu dijital çağda kişilere ve kurumlara dayanan, “o olmazsa bu metinler çevrilmez” düşüncesinin ortadan kalktığı bir ortamın oluşması yönünde gelişim var, artık hiçbir eser veya esere katkı sağlayan eleştirilemez değil. Batıda olduğu gibi metinleri ve düşünceleri hazmettiğimiz ölçüde kaliteli yayınların sayısı artacak, artık Aristoteles İngilizce çevirisinden değil, Yunanca aslından çevrilecek ve o çeviriyi eleştirenler de Yunanca biliyor olacak. Bu yönde yol kat etmek akademi ve kültür dünyamız için faydalıdır.


Enver Aykol

43 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör