top of page

Buket Uzuner ile Uyumsuz Defne Kaman Üzerine

Zekânın veya yeteneğin insanlara yük veya belâ olduğu vakalardaki gibi kadının dayanma, direnme gücü ve zekâsı da başına dert olmuştur.

 

Bulunduğu çevre ve doğa ile belki de en uyumlu yaşayan kişi Defne Kaman iken uyumsuz olarak nitelendirilmesi bir ironi mi?

Güzel bir soru bu. Çünkü “uyum” meselesi aslında sanıldığından daha önemlidir. Tarih boyunca hangi sistemde olursa olsun tüm yönetenlerin en önem verdiği konulardan biri hep uyum olmamış mı? Bütün krallar kendi sistemlerine uyumlu halk severmiş. Baksanıza tarih boyunca aralarında şifacı/eczacı kadınların, şairlerin, sanatçıların ve bilimcilerin bulunduğu pek çok kişinin sistemle “uyumsuz” olmaları nedeniyle başları derde girip durmuş. Durum böyle olunca, zaten edebiyat işlerimin en başından beri temel sorunsallarımdan biri olan uyumsuzluk konusuna “Tabiat Dörtlemesi”nin ilk romanı “Su”da “Bir Meziyet ve Eziyet Meselesi Olarak: Uyum” adında bir bölüm ayırmak ihtiyacı duydum. Orada hem Türkçenin engin olanaklarıyla dilimizde bir olumsuzluk eki olan “suz/sız” ile oynamayı: yalansız, şiddetsiz, acısız vb. bal gibi olumlu sözcükler oluşturulabildiğini böylece “uyumsuz”un kime göre olumlu, kime göre de olumsuz olabileceğini tartışmaya açmayı denedim. “Zekâyı uyum yeteneğinin bir parçası olarak gören Freud muydu?” diye başlayan bir kaç soru da sordum. Darwin ve Margaret Mead’den azıcık kafa karıştıracak benzer uyum tezleri de var. Artık konuyu daha fazla da açıklamayayım.


Kitap boyunca pek çok karakterde bir değişim ve gelişim söz konusu. Fakat karakter gelişimini en çok Karaca’da görmekteyiz. Karaca’nın üzerine bu kadar eğilmenizin özel bir nedeni var mı?

Eğer gerçek zamanlı bir seri/dörtleme yazmak istiyorsanız hâliyle karakterleriniz de değişecek, kimi olumlu gelişecek büyüyecek, kimi yerinde sayacak, gerileyecek falan… Tıpkı gerçek hayatta başımıza geldiği gibi. “Toprak” romanında liseli isyankâr bir hacker olarak tanıdığımız Çorumlu Karaca, “Hava”da hayata direnişini bir bilim insanı kimliğiyle yapmaya karar vermiş, aşkı ve hayatı tanımaya çalışan üniversiteli bir genç olarak çıkıyor karşımıza. Çocukluktan ilk gençliğe ve yetişkinliğe geçiş sırasında değişimler çok daha görünür şekilde yer alır hayatımızda. Karaca’nın romandaki en genç karakterlerden biri olması ondaki değişimi öne çıkartmış olabilir ama üç romanda da önemli bir “ulak” işlevi taşıyan Sahaf Semahat ve Defne Kaman’ın sıkı bir çevreci ve otacı-şifacı olarak yetiştirmeye başladığı yeğeni küçük Ayperi’deki değişimler de birçok okur tarafından dikkatle izleniyor. Bana sosyal medyadan ve e-posta ile ulaşan okurlar kadar imza ve fuarlarda da bundan bahsediyorlar. Sanırım okur olarak hepimiz kendimize daha yakın bulduğumuz karakterlere daha çok dikkat kesiliyoruz.

Kitapta pek çok aforizmanız mevcut. Bunu Kutadgu Bilig ile hemhal olmanıza bağlayabilir miyiz?

Yunanca kökenli aforizma kelimesine bizim kuşaklar tam Türkçe karşılığı olan “özdeyiş”, bizden önceki kuşaklar da Arapça kökenli “vecize” derlerdi. Babam her “özdeyiş”, kullandığımda “O tam olarak vecize mi?” diye hiç üşenmeden didişirdi benimle. Benim sevdiğim ve kullandığım güzel ve özlü sözlerin hemen hiçbirini onları yazan/söyleyen şair veya felsefeci, yazar planlayarak söylememiştir. Araştırınca bu aforizmaların onların bir söyleşileri veya kitaplarından alıntı olduğunu görürüz. Bence bir yazar bir aforizma, bir özdeyiş yazayım diye oturup düşünmez. Çünkü o zaman o sözler yapay ve proje işi olur. Aforizmalar, bir düşüncenin anlatımı sırasında veya bir hikâyenin gelişimi içinde kendiliğinden açılıveren doğal çiçeklerdir. Örneğin tam şu anda sizin sorunuzu yanıtlarken işte bu aforizma/özdeyiş dökülüverdi. Kutadgu Bilig okumak elbette beni etkiledi, 1000 yıl önce Türkçe yazılmış şiir formundaki metni çalışmaktan kazanımlarım oldu ama “Kumral Ada-Mavi Tuna”yı yazdığımda henüz Kutadgu Bilig okumamış 30 yaşlarında bir genç yazardım, o kitaptan da hâlâ kullanılan birçok aforizma çıkarttı okurlar.


“Hava Kurşun Gibi Ağır” ve “Her Şey Neye Layıksa Ona Dönüşür” başlıklarına dipnot düşmüşsünüz. Nazım Hikmet ve Mevlana Celaleddin Rumî’ye ait olduklarına dair. Bu konuda okura karşı bir güvensizliğiniz mi var? Nitelikli okur sayımızın az olduğunu mu düşünüyorsunuz?

İyi ki bu soruyu sordunuz ve ciddi bir etik soruna değindiniz. Nasıl başkasının emeğini, edebiyat veya fikir işini ya da tezini alıp kendi yazmış gibi göstermek “intihal” denen fikir hırsızlığıysa referans göstermeden, dipnot düşmeden başkasının özdeyişlerini, şiirlerini kullanmak da etik değildir. Etiğin Türkçesi ahlaksızlıktır. Korsan iştir. Maalesef özellikle sosyal medyada referanssız olarak pek çok değerli şair, yazar ve düşünürün özdeyişleri kendilerininmiş gibi kullanılmaktadır. Bu yanlıştır. Benim kullandığım alıntılar için referans vermem tamamen iş ahlakı ve saygıyla ilgilidir.


Hiçbir yetişkin aslında aldatılamaz, diyorsunuz. Defne Kaman da kitabın sonuna kadar kendini adaletin var olduğuyla mı kandırmıştı?

Defne Kaman günümüzde yaşayan akıllı ve deneyimli bir gazeteci kadın. Onun aldatılmakla ilgili düşünceleri kendisiyle değil, kişisel çıkarları için “mış gibi” oynayan yetişkinlerle ilgili. Adalete gelince, sizin de bildiğiniz gibi adalet evrensel bir kavramdır. Ya vardır ya da yoktur. Defne Kaman tam tersine yetişkinlerin aldatılmadığı tezini savunuyor, bu durumda kendini aldatmış olabilir mi?


Her edebî eserin kendi döneminden izler taşıdığı söylenir. İklim değişikliği, nükleer enerji, Vikipedia’nın yasaklanması, fanatiklik gibi güncel konuları ele alıyorsunuz. Fakat günümüzde güncel konulara değinmek isteyen pek fazla yazar yok. Bu durumu neye bağlıyorsunuz?

Ben çağdaşım olan yazarların son derece güncel konuları yazdıklarını görüyor ve çoğuyla gurur duyuyorum. Yeni yayımlanan Latife Tekin’in Sürüklenme, Mine Söğüt’ün Gergedan Barış İnce’nin Sarsıntı kitapları ilk aklıma gelenler.


Kitabın arka planında kadına şiddet ve tacizleri de işliyorsunuz. Kadınların eve hapsedilip geri planda bırakılmaya çalışılması eski çağlardan bugüne uzanan sosyolojik bir durum mu yoksa erkeklerin iktidarlarını kaybetme korkusu mu?

Kadınlarla ilgili olarak önemli ve öncü yazarlar Simone de Beauvoir İkinci Cinsiyet ve Virginia Woolf Kendine Ait Bir Oda adlı kitaplarıyla bizlere konunun siyasi ve ekonomik kökenlerini anlatmışlardır. Haklısınız, kadın konusu tamamen siyasi ve ekonomiktir.


Yaralı insanların içlerine kapandıklarını hatta kendi yeraltı dünyalarını yarattıklarını söylüyorsunuz. Hatta pek çok yazardan örnekler veriyorsunuz. Kitaptaki karakterleriniz, kendi yeraltınızın bir dışavurumu mu?

Bunları ben söylemiyorum, çok severek okuduğum Shakespeare’den Mevlâna’ya, Gülten Akın’dan Metin Altıok’a kadar büyük şairler söylüyorlar. Dostoyevski, Kafka, Poe da bunları yazıyor. Karakterlerimin yeraltı dünyası emin olun benimkinden çok farklı. Size ve ilgilenen okurlara bu konuda Nurdan Gürbilek’in “Mağdurun Dili” adlı muhteşem kitabını öneririm.


Kitapta Gılgamış Destanı’na da değiniyorsunuz ve destandan hissemiz: “İnsan için ölüm kaçınılmazdır!” Peki, sizce ölümsüzlük fikri sanatçının zehirli sarmaşığı mıdır yoksa ateşleyicisi mi?

Dünyadaki tüm sanat eserleri temelde iki konu üzerine kuruludur: aşk ve ölüm. Çok sevdiğim Nobelli Portekizli yazar Jose Saramago’nun Türkçeye “Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş” adıyla çevrilen romanı bence ölümsüzlük konusunda yazılmış en iyi romanlardan biridir.


Umay Nine, “Bu hayatı en zor zamanlarda, yoklukta, kıtlıkta, savaşta ve barışta aslında çekip çeviren hep kadınlardır. Onlar olmasa insan hayatı çoktan bitmiş, türümüz kurumuştu.” diyor. Günümüzde de kadınları ezen yahut belini büken bu ağır yük değil mi? Zamanla bu yükün hafifleyeceğini düşünüyor musunuz?

Zekânın veya yeteneğin insanlara yük veya belâ olduğu vakalardaki gibi kadının dayanma, direnme gücü ve zekâsı da başına dert olmuştur. Binlerce yıldır sadece uyumlu, itaatkâr, çalışkan ve seksi olması beklenen kadının yaratılıştan gelen müthiş hafızası ve aynı anda çok iş yapabilme yeteneği var ki bununla bir türlü başa çıkamıyorlar. Ancak ekonomik ve sosyal haklarını yavaş yavaş kazanan kadınlar, tüm dünyada sayısı en büyük olan azınlık olduğunun artık farkına vardı. Dünya değişiyor ve çok uzak olmayan bir zamanda kadınlar hak ettikleri düzene kavuşacaklar. O zaman, dünya şimdikinden daha iyi olacak.


Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.

Ben de teşekkür ederim.


Enver Aykol

125 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör