top of page

Bir Misafirlik Serüven

Mardin’i hep filmlerde, dizilerde görür, gitmeyi hayal ederdim. Artık hayalini yaşayan bir gezgindim.

 

“Garibim Ne bir güzel var Avutacak gönlümü Bu şehirde, Ne de tanıdık bir çehre; Bir tren sesi Duymaya göreyim İki gözüm iki çeşme”


Orhan Veli’nin bu şiiri içime işler. Yapayalnız çaresiz hissettiğim dönemlerde bir şarkı dinlemek, bir şiir okumak başkalarının da aynı duyguları yaşıyor olduğunu görmek üzüntümü hafifletir. Özdeşim bana iyi gelir, tabii bir de yolculuk... Bu yüzden hep çıkarım yollara, vururum kendimi tüm bilinmezliği ile yeni maceralara. İnsanız en nihayetinde, şaştığımız çok olur. Ben de şaşıp kalakaldığımda yepyeni bir serüvenin içinde buluyorum kendimi. Bu seferkinin ismi Güney Kurtalan, yolum ise Gap Yöresi’ydi. Geçen sene yaptığım Doğu Ekspresi yolculuğunun tadı damağımda kalmışken yine bir tren düdüğü ile çıktım yola.

Trenin konforunu bilenler bilir; rayların sesi, yolda olmanın verdiği huzur bambaşka bir ruh dinginliği sunar insana. Bu defa o hazzı kompartımanda tek başıma yaşamak istediğimden yataklı vagonun tümünü kendim için ayırdım. İyi ki de öyle yapmışım; müzik dinleye dinleye, düşüne düşüne, yaza çize 24 saatlik yolculuğum sonunda Batman’daydım. Batman’a adım atar atmaz inanılmaz yoğun bir sıcaklık yüzüme çarptı ama yolculuğum yeni başlamıştı. Mızıkçılık yapmak olmazdı. Dünya gözüyle Hasankeyf’i görecek olmanın heyecanını hiçbir termometre ölçemezdi. İstasyondan bindiğim bir minibüs beni gizemli bir yolculuğa götüren sihirli bir aracıydı sanki. Geçmişte yaşanan acı tecrübeler ve yanlış stratejiler doğrultusunda Hasankeyf’in sular altında kalması çok yüksek ihtimal iken benim Hasankeyf’i görmemem ihtimal dahilinde bile değildi. Minibüsten indim ve dünya üzerinde var olduğum için, bu güzellikleri görebildiğim için beni buraya atan tüm tesadüflere teşekkür ettim. Sonra daldım mağaralara, geçmişin dehlizlerinde biraz kayboldum. Ancak bir süre sonra iş makinelerinin sesleri bütün büyüyü bozdu. Hasankeyf'te turistik nitelikteki pek çok bölgenin bozulmuş olması yeterince canımı sıkmıştı, bir de iş makinelerini görünce mutsuzluğum katlandı ve ben de öteki rotama doğru yola çıkmaya karar verdim. Artuklu topraklarına yani Mardin’e gidecektim. Mardin otobüslerinin geçtiği yerde beklerken bir aileye doğru yerde durup durmadığımı sordum. Onlar öncesinde kendi aralarında Kürtçe bir şeyler konuştular sonrasında ise bana kendilerinin de Mardin’e gittiklerini onlarla beraber gitmek isteyip istemediğimi sordular. Bir anlık duraksamadan sonra tamamen hislerime güvenerek kendimi bu ailenin arabasında buldum. Çünkü kendi hâlinde bir ailenin bana bir zarar vermeyeceğini düşündüm. Öyle olacaksa da denemeye değerdi. Ama iyi ki de o arabaya bindim ve o aile ile tanıştım. Bu macera onlar sayesinde güzelleşti. Sevim Abla ve Süleyman Ağabey, çocukları Mehmet’i ve Mehmet’in kuzenini üniversite sınavına getirdikten sonra Hasankeyf’te gezintiye çıkarmışlar. Benim öğretmen olduğumu söylememle birlikte ortam daha da renklendi ve Anadolu insanına has “öğretmeni el üstünde tutma” süreci daha da hızlandı. Arabada bir yandan çocuklarla soru çözüyor bir yandan da aile ile muhabbet ediyordum. Kısa süreli yolculuğumuz onların misafirperverlikleriyle çok güzel bir şekilde sona erdi. Hatta bu misafirperverlik öyle bir hâl aldı ki onlarda kalmamı dahi teklif ettiler ancak ertesi gün görüşmek üzere sözleştik ve ben otelime bırakıldım. Sabah olduğunda erkenden kalkıp keşfe çıktım. Mardin’i hep filmlerde, dizilerde görür, gitmeyi hayal ederdim. Artık hayalini yaşayan bir gezgindim. Kürt, Arap, Süryani, Keldani bir sürü etnik kökenin bir arada birbirlerine saygı ile yaşamlarını sürdürdüğü Mardin sokaklarındaydım. Kaybolmamanın neredeyse imkânsız olduğu sokaklarda peşime ufak bir sürü çocuk takılıyor, bana rehberlik etme teklifinde bulunuyordu. Ama bu macerayı içime sindire sindire kendim yaşamalıydım. İlk olarak Zinciriye Medresesi ile başladım serüvenime. Şehrin geneline işleyen klasik Artuklu mimarisinden payını almıştı burası. Hipnotize olmuş bir şekilde oradan çıkarken yine peşime bir çocuk takıldı. Bu defa kıramadım ve muhabbete başladık. Özellikle mavi kapılara dikkat çekmemi söyledi bana. Mavi kapılı evlerin Süryani evleri olduğunu, Süryanilerin akrepten korktuğu için böyle bir yöntem denediğini söyledi. Sebebini sorduğumda ise akreplerin renk körü olduklarını, kırmızıyı ateş olarak algıladıklarını ve mavi kapıları da kırmızı sanıp uzak durduklarını söyledi. Bu olayın bilimsel gerçekliğini bilemem ama muhabbetinin çok güzel olduğunu söyleyebilirim. Beni Mor Meryem Kilisesi’ne bırakıp kendi yoluna doğru gitti. Ben de kilise görevlisiyle cemaatlerinin azlığı hakkında konuştuktan sonra oradan ayrılıp Mardin Müzesi’ne gittim. Yoğun bir kültür birikimi olan şehrin arkeolojik kazıları da aynı ölçüde yoğundu ve çok güzel yaşanmışlıklara tanık oldum. Çıkışta Müze Müdürlüğünün çocuklar yararına yaptığı bağış içeren hobilere bakındım ve Mardin’in geleneksel baskı tekniğini denedim. Eski PTT Binası’nı, Tarihî Kız Meslek Lisesini, Gazipaşa Okulunu ve Sabancı Müzesi’ni gördükten sonra biraz dinlenmeye ihtiyaç duydum. Bir yere oturup özellikle “asir” içmemi söyleyen garsonun sözüne kulak verdim. Gerçekten de bu lezzeti çok beğendiğimi söyleyebilirim. Zencefilli, ballı, limonlu olan bu ferahlatıcı içeceği seveceğimi asla düşünmezdim. Soğuk algınlığına da birebir olan bu içecek damağımda güzel bir tat bıraktı. Ama damağımdaki asıl tat gezimin bundan sonraki kısmına ait olan bölümden kalacaktı. Bir önceki gün beraber yolculuk ettiğim ailenin misafirperverliği, araba yolculuğu ile sınırlı kalmadı. Ne mi yaptılar? Ben kendi başıma gezilecek yerleri gezdikten sonra uygun bir yerde sözleştik ve ilk olarak Kasımiye Medresesi’ne götürüldüm. 400 yıl kadar ilim ve irfan için hizmet vermiş olan medresenin duvarlarındaki gerçek olduğu söylenen kan izleri beni dehşete düşürdü. Medresenin avlusunda tasavvufi bir simge olan havuza inat katledilen Sultan Kasım’ın kan izleri, insanoğlunun hiçbir zaman değişmediğinin ve hırsının nelere yol açabileceğinin bir göstergesiydi. İnsan denen varlık kini, nefreti, hırsı ve kibriyle yakıp yıkmaktan, can almaktan çekinmeyen bir canavar olabiliyordu. Bunun tam tersi de mümkündü. Benim nasibime ikincisi düştü. Batman’dan Mardin’e uzanan iyi niyet götürüldüğüm Kaleköy’de devam etti. Mor Cercis Kilisesi’nin bakımını yapan Acar ve Roza ile tanıştırılıp evlerine misafir oldum. Dünya ne kadar büyüktü ve ben ülkemin bir ucunda bambaşka bir kültüre ait insanlar tarafından büyük bir özveriyle karşılanıyor el üstünde tutuluyordum. Ellerindeki tüm imkânlarını benim için sunuyorlardı. İşte insanoğlunun değişmeyen diğer tarafı da buydu. İyilik ve kötülük bir aradaydı; ben şimdi iyi tarafta huzur doluydum. Sohbetimiz çok güzel ilerlerken müsaade isteyip son durağımız olan Darül Zafaran Manastırı’na doğru yol aldık. Süleyman Ağabey’in bölge Süryanileri ile arasının oldukça iyi olmasının etkisini burada fazlasıyla yaşadım. Herkesin belli bir sınırla görebildiği bu mabette bana bir rehber öğrenci verilerek kimsenin göremediği bir sürü alana giriş yapabildim. Ben bütün ihtişamı ve görkemli yapısıyla Darül Zafaran Manastırı’nın içindeydim. Her tarihi alanda olduğu gibi yine geçmişi düşündüm. İnanç kavramının derinliğine şaşırdım. İnanılan ne olursa olsun kendinden vazgeçmeyi takdir ettim. İnanılan farklı olsa da iyi ve kötünün tek olduğunun farkına bir kez daha vardım. Çünkü bu alanda farklılık yoktu tek bir öz vardı. Hep beraber kahvelerimizi içerken sohbetimize herhangi bir gölge düşmüyorsa bu öz güzel bir özdü ve ben çok mutluydum. Aynı mutluluğu Süleyman Ağabey ve Sevim Abla akşam sofralarını bana açtıkları zaman da hissettim. Ortada bir davet vardı, icabet etmek ve teşekkür etmek lazımdı. Öyle de yaptım.

Hayat bizleri çok temkinli bireyler hâline getiriyor. Kafamız “acaba”lar ile doluyken belki de yaptığımız hiçbir şeyden tat alamıyoruz. Bir sonraki adımı düşünmekten o anın tadını yaşayamıyoruz. Bu yolculukta biraz cesaretle yönümün ne denli değişebileceğini öğrendim. Dünya çok büyük, hüzünler hepimiz için; iyilik bir şans ise herkesin yoluna serilsin dilerim.


Merve Köken

7 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör