Roman ve hikâyelerindeki kahramanlar, genellikle toplum tarafından görmezden gelinen, topluma yabancılaşmış, soyutlaşmış/soyutlaşmakta olan kişilerdir.
Oğuz Atay, eserlerini kaleme alırken çeşitli tekniklerden yararlanmayı tercih etmiştir. Bu tekniklere bakıldığında içerisinde ironinin de yer aldığı görülmektedir. Atay, ironik anlatımı yalnızca romanlarında değil, öykülerinde de başarılı bir şekilde kullanan sanatkârlarımızdandır. “İstisnasız öykülerinin tümünü ironinin gücüne yaslar. Atay, öykülerinde hayatı yorumlamada, gerçeği aktarmada, ironik anlatımın ne denli etkili olduğunun çarpıcı örneklerini verir. İronik yaklaşımla gerçeğe vurgu yapar ve böylece gözden kaçırılan, atlanan kimi gerçekleri, doğruları ironize ederek gündeme getirir”[1]
İroninin kelime anlamına bakıldığında ise “söylenen sözün tersini kastederek kişiyle veya olayla alay etme”[2]dir. Kierkegaard, “Söylev sanatında sık kullanılan bir söz oyununun adı ironidir ve özelliği söylenen sözün aksinin ima edilmesidir.”[3] der ve ironinin asıl yapı taşı olan “söylenen sözün aksinin ima edilmesi”ne dikkat çeker. Nasıl ironi yapıldığı konusuna gelindiğinde ise Sümeyye Dinler Köksal’ın şu cümlesi bu konuya açıklık getirmektedir: “İroni yapan kişi ya ifade etmek istediğinin tersini söyleyerek ya da cahil taklidi yaparak bunu gerçekleştirir.”[4] Dinler Köksal, “İroniyi anlamak için ortalamanın üstünde bir zekâya sahip olmak ve konuya hâkim olmak gerekir.”[5] der ve ironi yaparken veya yapılan ironinin anlaşılmasında zekânın önemini vurgular.

Oğuz Atay’ın ironi ile harmanlanmış kurmaca dünyasına bakıldığında, yaratmış olduğu birçok kahramanın bir tutunamayan özelliği gösterdiği bilinmektedir. Roman ve hikâyelerindeki kahramanlar, genellikle toplum tarafından görmezden gelinen, topluma yabancılaşmış, soyutlaşmış/soyutlaşmakta olan kişilerdir. Ya da tam aksine aydın olmaya çalışan fakat toplumun normlarına ayak uyduramayıp yine tutunamayan özelliği sergileyen kişiler olmuşlardır. Selahattin Özpalabıyıklar’ın tabiriyle, “Atay’ın yazdıklarında ‘entelektüel’ (ya da en azından ‘okumuş’) kişiler de toplumun dışında, uzağında, ‘dışarıda’dır, ‘cahil’ kişiler de.”[6] Bu cümleye verilebilecek örneği ise Atay’ın “ikinci evre öykülerinin ikincisi”[7] Ne Evet Ne Hayır isimli hikâye kahramanlarından Akın Korkmaz’ı ve M.C. isimli genci kabul edebiliriz. “Bu eserde de yazar iki ‘tutunamayan’ karakteri bir mektup vasıtasıyla birleştirerek ironisinin temelini oluşturur.”[8]
Hikâyenin başlangıcı, Akın Korkmaz’ın kendisini tanıtmasıyla başlar:
“Ben dört yıl önce liseyi bitirdim. Bu arada çeşitli işlere girip çıktım, askerliğimi yaptım. Sigorta memurluğu, havagazı tahsildarlığı, ilâç satıcılığı ve reklâmcılık gibi sıkıcı mesleklerim oldu...”(Atay 2018:123)
Akın Korkmaz’ın; çeşitli işlere girip çıkması, kısmen okumuş bir kişilik olması ve hikâyenin devamında arkadaşlarının ona vereceği “manyak” lakabından anlaşıldığı üzere tutunamayan özelliği sergileyen bir karakterdir:
“Şimdi gazetecilik yapıyorum, buna gazetecilik denirse. Bulduğum başlıkları beğenmedikleri için beni ‘gönül postası’na verdiler. Sen insanların dertlerine çare bul bakalım dediler. Sert ve etkili bir gazeteci olamazmışım. (...) Bence herkesin insanlığa yararlı bir mesleği olmalı. Belki de bu gibi düşüncelerim yüzünden gazetede bana manyak diyorlar.” (Atay 2018: 124).
Hikâye, M.C. isimli karakterin Doktor Akın Korkmaz’a mektup göndermesiyle hareket kazanır. “Doktor Akın Korkmaz ve onun kurgu dünyası bir metni, kendisine gelen mektupta anlatılan M.C.’nin kurgusal dünyası ise diğer metni oluşturur.”[9] Gönderilen mektubun şekilsel özellikleri incelendiğinde, yazım yanlışlarının olduğu ve noktalama işaretlerinin olmaması Akın Korkmaz tarafından bazı yerlerde eleştirilir:
“Fakat bazı yerlerine parantez içinde kendi görüşlerimi de eklemeden kendimi alamadım. Mektupta hemen hiç noktalama işareti yoktu. Bir arkadaşım bu şekliyle yayımlanmasının daha güzel olduğunu söyledi. Şimdi bu çeşit edebiyat üstelik bir hüner sayılıyormuş. Ben bu düşünceyi kabul etmedim. M.C.’nin zaten karışık olan düşünce düzeni daha da karışacaktı. Bunun dışında bazı kelimelerin yazılışını düzelttim o kadar.”(Atay 2018:125).
Mektubun içeriğine bakıldığında ise M.C.’nin ve onun saplantılı bir şekilde sevdiği kız, mektuptan bilindiği kadarıyla S.L. görülmektedir. Bu ikilinin arasında oluşan iletişim problemlerinden doğan sorunlar ve M.C.’nin, sevdiği kızın vermiş olduğu “Red, red ediyorum.” (Atay 2018: 128) cevabını “hayır demedi”ği (Atay 2018: 128) için kabullenemiyor oluşu hikâyenin devamında da sorunlar ortaya çıkarmaktadır. “M.C. rumuzlu şahıs ise liseyi iki yılda okumuş hiçbir işte tutunamamış ve arabesk bir aşkın temsilcisi olarak karşımıza çıkar.”[10] Hikâyenin devamında Akın Korkmaz’ın parantez içleriyle kendi düşüncelerini aktarmasıyla da anlaşılıyor ki M.C. isimli genç, cahil ve arabesktir:
“Tabii jilet bıçakla (Neden tabii? Ayrıca ne demek ‘jilet bıçak?’) 4 kez intihara teşebbüs ettim, 4 defa ölümden kıl payı kurtarıldım. Vücudum kollarım kesik sıyrıklarla dolu. Kalbim midem opdolidondan (optalidon) fazla miktarda aldığım için midemi parçaladım efendim." (Atay 2018: 127).
Mektubun çeşitli yerlerinde yukarıdaki gibi örneklere rastlamak mümkündür. “M.C.’nin sık sık kullandığı kalıp ifadeler arabesk kültürün bir yansımasıdır.”[11] Sümeyye Dinler Köksal’ın bu cümlesine örnek olarak metin içerisinde M.C.’nin sıklıkla kullandığı, Akın Korkmaz’ın eleştirdiği, “sevdiğim insan” (Atay 2018: 125) ifadesi göze çarpmaktadır:
“Bizim eve bitişik talebe kızlar otururdu. Sevdiğim insan da (bu ‘sevdiğim insan’ sözüne de biraz önce anlattığım biçimde sinir oluyorum) geldi...” (Atay 2018: 127).
Metin içerisinde, verilen örneğin dışında da geçen söz grupları vardır. “Ne evet ne hayır”, “efendim” ifadelerinin de sıkça kullanıldığı görülmektedir. Bu söz gruplarının metinde yinelenmesi ise ortaya komiği çıkarmaktadır. “Güldürücü bir sözcük yinelemesinde genellikle karşı karşıya olan iki uç vardır: Bir yay gibi gevşeyen sıkıştırılmış bir duygu ve bu duyguyu yeniden sıkıştırmaktan hoşlanan bir düşünce.”[12]
Akın Korkmaz’a mektubun gönderilmesinden itibaren arkadaşları tarafından M.C. ile birbirlerine benzedikleri konusu ortaya atılır. Akın Korkmaz bu durumu kabullenemese de hikâyenin sonuna doğru M.C. için yazmış olduğu yazıya bakıldığında kurmuş olduğu cümleler parantez içleriyle eleştirdiği M.C.’nin cümlelerine benzemektedir:
“(Sevgili M.C. Durum vahim. Yani asıl vahim olan S.L. -ne evet ne hayır diyen kız- ile aranda olan durum değil; cezaevinde yatmakta oluşun vahim. Bir de tabiî, her cümleni ‘efendim’ diye bitirecek kadar nazik kibar efendi terbiyeli olduğun halde ‘silâhı ele almak'tan söz etmen vahim. Burada senden ayrılıyorum.)” (Atay 2018: 139 – 140).
Hikâyenin sonuna gelindiğinde ise Doktor Akın Korkmaz’ın ufak bir teşekkür yazısı görülmektedir. İlk cümlesine bakıldığında beyhude bir çaba sarf etmiş gibi gözüküyor olsa da ona bu mektubun yayımlanması konusunda yardım eden kişilerin olduğunu ve onlara teşekkür edişi göze çarpmaktadır:

“Gazetedeki ‘arkadaşlar’ mektubun yukarıdaki biçimde yayımlanmasına yanaşmadıkları gibi, mektuba istediğim gibi cevap vermeme de engel oldular. Bana bu mektubu yayımlama imkânı verenlere burada açıkça teşekkür ederim. Mektubu hemen hiç değiştirmediğim hususunda bana inanılmasını tekrar rica ederim. Saygılarımla F.G.” (Atay 2018: 140).
Doktor Akın Korkmaz ve M.C.’nin ortak noktası her ikisinin de tutunamayan karakterler olmasıdır. Birisi bunu cahil, arabesk ve kabullenemediği karşılıksız aşkıyla gösterirken diğeri ise kısmen okumuş bir karakter olmasıyla ve arkadaşları tarafından dışlanmasıyla gösterir. Akın Korkmaz; gelen mektupta, M.C.’nin “zaten karışık olan düşünce düzeni”ni (Atay 2018: 125), kelime hatalarını parantez içleriyle eleştirmesiyle de zaman zaman zıt düştükleri görülmektedir. Fakat parantez içlerinde M.C.’yi eleştirirken kendisiyle çelişir. M.C.’ye benzemediğini iddia ederken aslında gittikçe ona benzemeye başlamıştır.
Bir lise talebesinin yapabileceklerinden şüphe etmeksizin; sorularıma cevap veren, kaynaklarından faydalandığım, desteğini eksik etmeyen sayın hocam Dr. Selçuk Atay’a teşekkür ediyorum.
[1] Necip Tosun, (2018) “Yabancılaşma, Aydın Eleştirisi ve İroni: Oğuz Atay Öyküleri” (Der. Hilmi Tezgör), “Korkuyu Beklerken” Gelenler Oğuz Atay Öyküleri Üzerine Yazılar, İstanbul: İletişim, s. 20. [2] Türk Dil Kurumu, (2009) “Türkçe Sözlük” Ankara: TDK Yayınları, s. 980. [3] Søren Kierkegaard, (2009) “İroni Kavramı” çev. Sıla Okur, Ankara: İmge, s. 270 – 271. [4] Sümeyye Dinler Köksal, (2014) “Oğuz Atay'ın Korkuyu Beklerken Hikâye Kitabında İroninin Kullanımı” Turkish Studies, Volume 9/9 Summer, s. 490. [5] Dinler Köksal, age, s. 491. [6] Selahattin Özpalabıyıklar, (2011) “Oğuz Atay Öykülerinde Birey: Notlar, Sorular” (Der. Hilmi Tezgör), Korkuyu Beklerken Gelenler Oğuz Atay Öyküleri Üzerine Yazılar, İstanbul: İletişim, s. 27. [7] Yıldız Ecevit, (2017) “‘Ben Buradayım...’Oğuz Atay'ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası” İstanbul: İletişim, s. 491 [8] Selçuk Atay, “İroni ile Yoğrulmuş Bir Parodi Örneği Olarak Oğuz Atay'ın ‘Ne Evet Ne Hayır’ı” Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi, Cilt 7, No 17, (2019), s. 302. [9] Atay, age, s. 301. [10] Atay, age, s. 302. [11] Dinler Köksal, age, s. 498. [12] Henri Bergson, (2015). “Gülme Komiğin Anlamı Üstüne Deneme” çev. Yaşar Avunç, İstanbul: Ayrıntı, s. 55.
Rojda İlhan