Doğubayazıt’a yaklaştığınız andan itibaren Ağrı Dağı’nın görkemi beni sarsıyor. Giderek devleşen devleştikçe de insanda ister istemez saygı uyandıran kutsal bir tapınak hissi veren bu dağın efsanelere mekân olması hiç de şaşırtıcı değil.
“Anadolu coğrafyasının ilk kaloriferli yapısı İshak Paşa Sarayı’dır.”
Kpss’ye hazırlandığım süre içinde merakımı en çok cezbeden konulardan biri de bu olmuştu. “Nasıl yani İstanbul’daki saraylara bu tarz bir ısıtma sistemi yapmak neden akıllara gelmedi?” “İshakpaşa Sarayı’nın önemi neydi ki?” “Hem her şeyi geçtim Doğubayazıt’a saray inşa etmek kimin düşüncesiydi?” bu gibi sorular kafamı kurcalarken İshakpaşa Sarayı’nın görsellerine baktım ve vuruldum. Ben buraya gitmeliydim. Gittim de. Bu merakı da bir dost ziyareti vesilesiyle giderdim. Anı haneme eklenen güzel bir deneyim ve görsel hafızama nakşedilen müthiş bir manzarayla bu geziden karlı çıktım. Bir hayale daha ulaştım.
Doğu Ekspresi yolculuğumu bir önceki yazımda anlatmıştım. Oralara gitmişken Ağrı’da görev yapan bir dostu görmek ve özlem gidermek asıl gayelerimden biriydi. Ben de bu gayeyi güzel mekân ziyaretleri ile taçlandırdım. Kars’ta gezerken Kars-Ağrı otobüsünü kaçırmıştım. Ben de Horasan-Ağrı aktarması ile farklı güzergâh deneyimlemesi sonucunda Ağrı’ya ulaştım. Aslına bakarsanız yaptığım iş biraz cesaret isteyen bir şeydi. Çünkü Horasan’da bindiğim Ağrı minibüsündeki tek kadın yolcu olmam, ıssız yollarda telefonumun çekmeyişi, Ağrı yolcularının Kars insanından daha farklı bir bakış açısına sahip olduğunu sezmem vs. gibi faktörler belki birçok kişi için çekince yaratabilirdi. Ancak bütün bunlar bana deneyim olarak döndü ve arkadaşımın yaşadığı şehre sağ salim ulaştım.

Dostça muhabbetlerimizden, özlemimizin orada kaldığım üç gün esnasında sönmemesinden, birbirimize doyamamamızdan sizlere uzun uzadıya bahsetmeyeceğim. Ancak bahsetmem gereken, boynumun borcu olan bir mevzu var ki orada yaşamanın ne denli zor olduğu. Ülkenin her yanı bizim ve elbette görev sırası gelen bir şekilde görevini yerine getirmek için elinden geleni yapıyor. Ancak bu esnada her şeyin güllük gülistanlık olduğunu söylemem mümkün değil. Burada kaldığım süre içinde buralarda görev yapanlara saygımın kat be kat arttığını söylemek zorundayım. Burada yaşayan yerel halk şehri kanıksamış durumda. Ancak hizmet götüren öğretmen, sağlık ve güvenlik personeli ülkeye olan görevini yerine getirmek amaçlı orada yaşamak zorunda. Bu nedenle orada yaşamak zorunda kalan görev insanlarına karşı minnet dolu olduğumu belirtmek isterim. Çünkü Ağrı oldukça dışa kapalı bir şehir. Yabancı insanlara karşı çok fazla konuksever olduklarını söyleyemem açıkçası. Bu farkı Doğubayazıt’a ulaştığınızda daha net hissediyorsunuz. Doğubayazıt’ta yaşayanlar bile gezinti için Ağrı’yı değil Iğdır’ı tercih ediyor. Hâl böyle iken oralarda yaşayan insanlara minnetimi çok görmezsiniz umarım. Gezilecek yer bakımından Ağrı merkez oldukça kısır bir halde bu yüzden Ağrı çarşısında yürüyerek şehir merkezi turumuzu tamamladıktan sonra asıl hedefimiz olan Doğubayazıt’a 1,5 saatlik bir araba yolculuğu ile ulaşıyoruz. Doğubayazıt’a yaklaştığınız andan itibaren Ağrı Dağı’nın görkemi beni sarsıyor. Giderek devleşen devleştikçe de insanda ister istemez saygı uyandıran kutsal bir tapınak hissi veren bu dağın efsanelere mekân olması hiç de şaşırtıcı değil. Yanında yükselen Küçük Ağrı ise dağın görkemini kat be kat arttırmakta. Doğubayazıt’a ulaşılan ilk dakikalardan itibaren Ağrı’da yaşadığım şeylerden farklı deneyimlerin beni kucaklayacağını seziyorum. Yıllardır beklediğim an geldiğinde ise benden mutlusu yok. Bir “müze kart” la masallar âlemine dalış yapıyorum. Doğu’nun mistik havası, Arap ve İran hikâyelerinin mekânına adım atıyorum sanki.

İshak Paşa Sarayı’nın yapımında kullanılan malzeme bile yörenin bir aynası sanki. Kahverengi sarı toprak mimariyle bütünleşmiş ve büyüleyici bir oluşumu canlandırmış durumda. Avlusuna, ince işçiliğine, nakışlarına, duvarlarına hayranlıkla bakıyorum. İspanya’nın meşhur El Hamra Sarayı bu denli meşhurken kendisine bu kadar benzeyen bir yapının ülkemiz insanınca bile az bilinir olması beni üzüyor. Büyülenmiş bir şekilde gezerken başka bir zamana gidiyorum sanki. Zamanında buralarda yaşamış insanları, yaşanan olayları düşünüyorum. Zamanında devlet sırlarına, aşklara, yaşanmışlıklara sahne olan bu mucizevi atmosferde şimdi ben dolaşıyorum. Burası beni ister istemez bambaşka diyarlara yolculuyor. Uzun süre kendime gelemiyorum. Geri geldiğimde ise sarayın çıkışında kurulan bir seyyar çaycıda kaçak çay içerken buluyorum kendimi. Ağzımdaki bu buruk tatla bu masala daha çok dahil olmuş hissediyorum kendimi. Arkadaşlarım bile durumun farkında ki bir soluklandıktan sonra farklı bir yere götürüyorlar beni. Keşiş’in Bahçesi olarak bilinen bu alan birkaç yıkıntıdan ibaret. Derler ki Kerem ile Aslı’nın hikâyesi burada geçmiştir. Bahsedilen keşiş ise Aslı’nın babasıdır. Doğruyu söylemek gerekirse çok fazla bir yapı ve hikâyeye dair belirgin bir unsura rastlamadığımdan İshak Paşa Sarayı kadar etkilenemiyorum. Oradan sonra soluğu divan şairi, mutasavvıf, astronom Ahmed-i Hani’nin türbesinde alıyoruz. Ahmed-i Hani’ye şiirimize, sanatımıza yaptığı hizmetlerden sonra teşekkür ediyor ve bambaşka bir alana geçiyoruz. Buranın bir önceki mekânlarla uzaktan yakından alakası yok. Ancak beni yine şaşırtan bir alandayız. Doğubayazıt Büyük Pasaj bünyesinde barındırdığı kaçak ürünlerle bölgenin ekonomisinde zirve konumunda. Makyaj malzemeleri, elektrikli ürünler, ev eşyaları, kaçak çay ve sigara gibi çeşitli ürünlerin bir şekilde ülkeye girişi ve satışı buradan sağlanıyor. Büyük bir şaşkınlıkla tezgâhları geziyoruz. O kadar gezmişken nimetlerinden faydalandığımızı söylememde bir sakınca yoktur umarım.
Yorucu bir günün ardından eve ulaştığımızda günün değerlendirmesini yapıp son günümüzün burukluğunu içimizde hissediyoruz. Yorgunluğun ve bir sonraki yolculuğumun ertesi sabah olması dolayısıyla uyuyoruz. Çünkü ertesi sabahtan başlayacak ve bir gün sürecek olan Van yolculuğu beni epey yoracak gibi görünüyor. Bir sonraki yolculukta görüşmek dileğiyle.
Merve Köken