top of page

Bagraj, Zey, Çallı Yolları: Bahar Kervanları

Ayaz Ğıylecev, diğer eserlerinde olduğu gibi bu eserinde de halkın kültürünü, yaşadığı yeri çok güzel betimlemiş, hikâyeye sindirmiş ve o dönemde köyde yaşayan Tatarların ruh hâlini, duygularını okuyucuya yine etkili bir biçimde aktarabilmiştir.

 

Ayaz Ğıylecev’in 1972 yılında yazdığı Bahar Kervanları (Yazgı Kärvannar), Fatih Kutlu’nun çevirisiyle Ekim 2018’de Palto Yayınevi tarafından yayımlandı. Ğıylecev, bu eserinde 16-17 yaşlarındayken yaşadıklarını ve o dönemde (1941-1945 Sovyet Rusya-Almanya Savaşı) halkın başından geçenleri okuyucuya sunmaktadır. Hikâye, Yukarı Bagraj Köyü’nün doğasını betimleyerek başlıyor. Bu betimleme, bazı sembolik anlamlar da içeriyor: “Akşamla beraber, iliklere işleyen kavurucu soğuk da geldi.” Burada kavurucu soğuğun gelmesi, insana yaşamdaki en ağır meşakkatlerin geldiğini bildiriyor. “İhtiyarlar miçlerini hafiften sıvazlayarak, olacakları kestirdiler ve hemencecik miçlerini yaktılar.” İnsan zor zamanlarında güvenebileceği sıcakkanlı bir dost veya sığınacak bir yer arar. “Miç” bu sıcaklığı, güveni temsil ediyor.

Hikâye, kahraman bakış açısıyla yazılmıştır. Burada olayları anlatan kahramanımız İbrahim, dürüst ve çalışkan bir delikanlıdır. Arkadaşı Damir ise hep ön planda olmak ve İbrahim’i geçmek istemektedir. İbrahim, Damir ve birkaç arkadaşı güzün Çallı’ya tahıl götürür, baharda ise tahıl almaya siloya giderler. Kazan ve Moskova’ya giden yol Çallı’dan geçmektedir. Çallı yolunu çok iyi bildiği için köyün bilgesi sayılan Sabira Teyze de onlara katılır. Sabira Teyze’nin eşi, savaş başlayınca cepheye tankçı olarak gitmiş ve Orel Şehri yakınlarında tankın içinde yanarak ölmüştür. Bir gün yine Çallı yolundayken İbrahim ve arkadaşları, halk şarkısı söyleyen bir Tatar kızının sesini duyarlar. İsmi Edile olan bu genç kız, oldukça coşkulu ve şarkının büyüsüne kapılmış bir şekilde hep aynı sözleri tekrar ediyordur:


Altın gibi akayım da

Gümüş gibi damlayayım!

Hisli, içli ve aynı zamanda cesur bir kızdır Edile. Akıllıdır da. Ablası Sarsaz Köyü’ne gelin gitmiş, önceki sene baharda kışlık başak yediği için ölmüştür. Geride dört çocuğu öksüz kalınca da Edile, onlara bakmak için eniştesinin yanına gidip bir süre orada kalır. Edile’nin, eniştesiyle evleneceğine dair dedikodular çıkmıştır. Oysa onun gönlünde bir başkası vardır: İbrahim. Tabi İbrahim’in gönlünde de Edile…


Köyde Kolhoz yöneticisi Hakimcan Amca’dır. Hakimcan Amca çok sakin, tatlı dilli ve hemen herkesle anlaşabilen biridir. Bir gün İbrahim’i yanına çağırır ve onu Çallı’da açılacak olan traktörcü kursuna yollamaya ikna eder. İbrahim genç ve tahsillidir çünkü. Bu konuşmadan bir hafta sonra kahramanımız üç aylığına Çallı’ya gider. Orada kaldığı müddetçe Damir ile mektuplaşır. Bu mektuplaşmaların bir amacı da Edile’den haber almaktır. Edile, eniştesini başka bir dul kadınla evlendirip köyüne dönmüştür… Kurs bitiminde İbrahim, eline tutuşturulan “Traktörcü” belgesiyle köyüne döner. Ardından Hakimcan Amca’yı görmek için Kolhoz’a, Kalem Odası’na gittiğinde büyük bir gerginlikle karşılaşır: Hakimcan Amca öfkelidir, peş peşe telefon görüşmesi yapıyor ve bütün makamlara aynı cümleyi tekrarlıyordur: “Biraz yem bulma hususunda yardımcı olamaz mısınız?” Köyde atlar birer ikişer ölmektedir ve onları besleyecek çöplü bir yulaf bile yoktur!


“Atlar da ölürse ne yaparız biz!”


Atların, Tatar halkındaki yeri önemlidir: Kulunlar, baytallar1, koşu atları, yortaklar, yük atları… Atsız bir Sabantuy bile düşünülemez. O gün Hakimcan Amca’ya yukarıdan yazılı bir emir gelir: Sarman İlçesi’ndeki Kesli Köyü’nün tahıl ambarından üç yüz kental yulaf alınacaktır. Yarından itibaren gidip getirmeye başlamak lazımdır. Kesli! Altmış beş kilometre uzaklıktaki köy… İmkân da olmadığı için gençlerin sadece kızak çekip gitmesi ve yine aynı şekilde onca yükü taşıyıp getirmesi gerekmektedir. Gençler, kuvvet kaynağı. Onlar, zorluklardan korkmayan, sevgi ve hayal ile yaşayan nesil… Yaşlılar da gönüllü olarak bu işe katılır ve neredeyse köydeki herkes, kızaklarıyla birlikte ertesi sabah yola çıkar. Tipinin az çıkmadığı bu Mart ayında, zorlukları aşarak birkaç gün sonra Kesli’ye varırlar. Kesli, sertifikalı tohum bölgesi. Silosu büyük. Kendi yetiştirdikleri ekinleri başka bölgeye taşımıyor ve cins tohumdan başkasını ekmiyorlar. Ayrıcalıklı bölge! Kesli’den yulafları yüklenip köylerine dönmek üzere tekrar yola çıkar Bahar Kervanları. Bahar, yeniden canlanma; kervanlar ise yaşamın ağır yükünü çeken insanlardır.

Dönüşte Yukarı Bagraj’a yani kendi köylerine yaklaşırlarken, yolda boş kızak çeken başka bir grup görürler. Onlar altmış beş kilometre uzaklıktaki Kesli’ye komşu köy olan Cukurlu’dan, Yukarı Bagraj’ın dibindeki Sarsaz Köyü’ne yulaf tohumu almak için gelmektedirler. Yazımın başında da belirttiğim gibi, Ğıylecev bu eserinde kendisinin de yaşadıklarını resmetmiştir. Bunları biraz daha detaylı olarak anlattığı Tataristan Mucizesi hatıratının derlenip düzenlenmiş ve Türkçe’ye çevrilmiş bir bölümü, Bahar Kervanları’nın sonunda yer alıyor:

“Zey-Çallı yolu bizim yaşadığımız pek çok hadiselerin şahididir! Topukları iyice aşınmış çizmeler, çok şey görmüş asker botları, sökük yırtık çabatalar giyip, bu yolun her metrekaresine derin izler bıraktık. Cepheye tahılı bu yoldan taşıdık. Baharda tahılın büyük bir kısmını bu yollardan getirdik…” Sovyetler Birliği’nde devlet, her kolhoza (kolhozun büyüklüğüne göre) bir ölçü belirlerdi. Köylüler sonbaharda toplanan ekinlerin belirtilen ölçü kadarını devlete verir, toprakta kalanının ise atlara yem olarak ya da köylüye yiyecek olarak (genelde bir aileye bir-iki avuç arpa vs.) dağıtılmasına kolhoz yöneticisi tarafından karar verilirdi. Tabi toprakta kalan tahıl varsa! Bazen de kalanların kışın kar sularıyla beslenip büyümesi için toprağa kimyasal gübre katılırdı. İlkbaharda ise köylünün elinde yulaf olmadığı için devlet, onları yulaf almak üzere belirlediği herhangi bir başka köye gönderirdi. Ancak bunu belirlerken bir adaletsizlik ya da işini baştan savma yapmak durumu söz konusu olabiliyordu. Kitapta, İbrahim ve köylüsünün yulaf almak için komşu köye değil de altmış beş kilometre uzaklıktaki başka bir köye gönderilmesi gibi. İmkânsızlıklar içinde ve buz gibi soğukta…


“Atlar bir deri bir kemik. Arabaları eski. Tekerlekler cascavlak, yağlanmamış. Çuvallar kırk yerinden yamalı. Karnımız hemen her seferinde aç… Biz yeni yetme çocuklar, ince kollu çaylaklar, hiç dert etmeden karanlık gecelerde, iliklere işleyen sonbahar rüzgârlarında, tahıl yükleyip hiç itirazsız bu yollara düşüyorduk… Dört Kişi, Garip (Birev), Bahar Kervanları adlı eserlerdeki kahramanların çoğu gerçek hayattan alınmış, benimle yan yana yaşayan insanlardır…”


Ayaz Ğıylecev, diğer eserlerinde olduğu gibi bu eserinde de halkın kültürünü, yaşadığı yeri çok güzel betimlemiş, hikâyeye sindirmiş ve o dönemde köyde yaşayan Tatar insanının ruh hâlini, duygularını okuyucuya yine etkili bir biçimde aktarabilmiştir.


Bu yazıyı yazarken, 13 Mart’ta Ayaz Ğıylecev’in vefatının on yedinci yılının dolacağını hatırladım. Böylesine cesur, dürüst ve milletine düşkün bir halk yazarını saygıyla anıyorum.

Tansılu Altay

6 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör