top of page

Astrid Lindgren: Aslanyürekli Kardeşler

Eser, ferdiyetçiliğin ön plana çıktığı dünyada unutulmaya başlanmış olan kardeş, doğa sevgisi ve yaşama isteğini çocukların anlayabileceği bir dille, canlı, öz bir şekilde fazla sanata kaçmadan ama kuru bir dile dönmeden anlatmıştır.

 

Dünyanın en ünlü çocuk edebiyatı yazarlarından olan İsveçli yazar Astrid Lindgren’in Aslanyürekli Kardeşler isimli eseri sadece ünlü olmasının yanı sıra en başarılı çocuk edebiyatı ürünlerinden birisi sayılmaktadır. Eser Pegasus Yayınları’ndan Ali Arda çevirisi ile Türkçeye çevrilmiştir. Kitapta Ilon Wikland tarafından çizilen orijinal eserdeki çizimler kullanılmıştır.

Aslanyürekli Kardeşler eseri 6-10 yaş aralığında büyük birisi ile beraber okunabilecek bir eser iken çocuğun kendi başına okuyabileceği yaş sınırı en azından 12-13 yaşlarıdır. Hem konusu itibari ile hem de doğaüstü canavarın bulunması, zalim düşmanın yaptığı zulümlerin dile dökülüp anlatılması sebebiyle bu yaş aralığına daha uygundur.


Öbür yandan eserin üst yaş sınırı yoktur. Her yaştan kişinin okuyup etkileneceği kardeş duygusu ile sevgisini hissedeceği bir eserdir. Ayrıca ailenin önemini dile getirmesi yönüyle evrenseldir ve bireysel açıdan özel bir konuyu dile getirmesi ile her yaş aralığından okuyucu kitlesine ulaşabilecek bir başyapıttır.

Roman ve masal arasında gidip gelen bir anlatımı ve dil özelliği ile eser vurucu bir şekilde okuyucuyu üzerek ilk yirmi sayfasını tamamlar. Asıl anlatılmak istenenler Nangijala’da iki kardeşin ölmesi ve ölümden sonra adı geçen yeni dünyada kavuşmasıyla devam eder. Bu gerçek bir kavuşmadır ve ayrı geçirdikleri süre açısından birbirlerine duydukları sevgi ve özlem artmıştır.


Ölümden sonra tekrar kavuşan kardeşler mutlu mesut yaşarlarken esrarengiz bir şekilde komşu kasaba Yabangülü Vadisi’nde kötülükler yapan zalim Tengil ve onun en büyük yardımcısı ejderha Katla, insanların yüreklerinden sevgi ve umudu alıp yerine korkuyu bırakıyorlardı. Daha fazla dayanamayan Nangijala isyanının lideri iyi kalpli Sofia ve onun yardımcısı büyük kardeş Jonatan Aslanyürekli bu kötülüklere karşı dik duruşları ve zafere giden hikâyeleri ana konuyu oluşturmaktadır.


Eserin alt metninde yukarıda bahsedilen konu dışında insanın göze aldıklarıyla güzelleşmesinin ve iyiye yönelebileceğinin öyküsü anlatılmıştır. Cesaretin kaynağının kin, kötülük veya öç alma değil sevgi olduğunu anlatır.


Lindgren’in, kardeş sevgisinin azaldığı, doğa ile beraber barış içinde yaşamanın unutulduğu şu zamanlarda özellikle bu konuları seçerek masalsı dil özellikleri ile anlatması önemlidir. Yer yer Karl Aslanyürekli’nin okuyucu ile birebir konuşması, okurun eserin muhteşem tabiatına çekilip sarmalanması, bütün maceralarda bir yardımcı karakter gibi bulunmasını sağlamıştır. “Size ağabeyimi anlatacağım, ağabeyim Jonatan Aslanyürekli’yi. Onun öyküsü bir parça masal ve biraz, birazcık hayalet öyküsüne benzese de gerçek bir öykü.”(s. 5)


Eserin bir çocuk yayını olması hasebiyle bir yetişkin edebiyatına göre daha az kahraman bulunması doğaldır. İyiler hep iyi, kötüler de hep kötüdür. Fakat burada dikkati çeken bir husus vardır ki kitabın ana karakteri Karl Aslan’ın değişim mevzusudur. Dokuz yaşındaki kahramanımız; dünyadayken geçirdiği yıllarda, sürekli yatağında yatarak ölümünü bekleyen ağabeyinden ve annesinden başka kimseden sevgi duygusunu hissedememiş, öldükten sonra da Nangijala’da yaşadığı zorlu serüvende geçirdiği süre ile artık ağabeyi gibi Aslanyürekli olmuş cesaretli, gözü pek bir çocuk olarak hikâyelendirilmiştir.


Karl Aslanyürekli, on dört yaşındaki ağabeyi Jonatan Aslanyürekli’yi şu sözlerle anlatır: “Yalnızca yakışıklı da değildi. İyi kalpliydi, güçlüydü, elinden her iş gelir, her şeyi bilirdi. Sınıfının en iyisiydi. Bahçede bütün çocuklar onun peşinden koşar, onunla oynamak isterdi.”(s 10). Ölümünden sonra da bu muhteşemliği değişmemiş, kardeşine karşı duyduğu sevgi azalmamış, bu sevgi ile sürekli koruyup kollamış, onunla oyunlar oynamıştır. Nangijala’da Sofia ile beraber Tengil ve Katla’ya karşı durmuş, vadiye huzur getirerek vadinin eski güzel günlerine dönmesi için savaşmıştır.


Eserin kötü karakterlerine geldiğimizde kötü kalpli Tengil ve onun zalimliklerine en büyük yardımı sağlayan ejderhası Katla… Vadiyi ele geçirmeye çalışarak tek bayrak altında bütün insanları emri altına toplar ve istekleri doğrultusunda insanları ağır işlerde çalışmaya zorlar. Tengil’in askerleri kötülükleri ve zalimlikleri ile efendilerine yardım eder ve ayak işlerini yaparlar. Fakat bu zalimliklerinin yanı sıra akıllarını pek kullanmayan kötü varlıklar olarak okura sunulmuşlardır.


Eserde kardeşlerin öldükten sonra yaşadıkları Kiraz Vadisi’nin isyan lideri olan Sofia iyi kalpli, gözü pek bir kadın kahraman olarak canlandırılmıştır. İsmi geçen bir diğer önemli karakter de Mattias’dır. Bir şekilde yakalanan ama kimliği bilinmeyen Karl, Tengil’in askerleri tarafından yakalandığında Yabangülü Vadisi’nde Karl’ı askerlerin elinden kurtarmış yaşlı, sakallı, göbekli; iyi yürekli, korkak ama bu korkaklığını bastırarak cesurca hareketler yapmış birisi olarak karşımıza çıkar.


Bizzat Ilon Wikland tarafından çizilen resimler okuru eserin içine çekecek şekilde bazen bir konu içerisinde birkaç tane; bazen de birkaç konuda bir resim olacak şekilde konuyu destekleyecek biçimde kullanılmıştır. Resimler, çocukların hayal gücünü canlandırabilmesi adına eserde önemli yer tutar.


Çocukların babasız büyümesi ama bunu büyük bir sorun olarak görmemeleri dikkat çekicidir. “Babam daha ben iki yaşındayken bizi terk etmiş, denizlere açılmıştı. Ondan bir daha haber alamadık. Neyse...” (s. 5) Babaları ile ilişkileri başka bir yerde geçmemiştir. Annelerine karşı duydukları sevgi ön plandadır. Onlar için dikiş makinesinde çalışarak para kazanan, evin geçimini gideren kişi rolündedir. Bir nevi evin yöneticisi konumundadır. İki kardeş arasındaki ilişkiye karışmaz, uzaktan izler. Zaten eser aslında aile kavramını kardeşler arasında güçlü bağa çevireceğini anne baba üzerinden konuyu çekmesi ile belirtmiştir.


Karl’ın yani Jonatan’ın deyişi ile Çörek’in hasta olması onu toplumdan uzaklaştırmış hatta toplum tarafından ötekileştirilmiş bir çocuğa dönüştürmüştür. “Şehirde Jonatan’ın yasını tutmayan, ‘Keşke onun yerine kardeşi ölseydi.’ diye düşünmeyen bir kişi bile yoktu. En azından elbiselik, perdelik kumaşlarını alarak evimize koşan teyzeler böyle düşünüyordu. Mutfaktan geçerken bana bakıp iç çekiyor, ‘Ah zavallı Aslan Hanım! Niçin dünyalar güzeli Jonatan gitti ki!’ diyorlardı.” (s. 17)


Eserde bahsi geçen en önemli konu kardeş sevgisidir. Kardeş sevgisi hemen her kültürde bulunması yönüyle eserin pek çok dile çevrilmesinde önemli bir etken olmuştur. Bir ders verme niyetiyle konu işlenmemiş aksine çocuklara yönelik olması göz önüne alınarak macera duygusu, ana işleyişi hareketlendiren bir madde olmuş, kardeş sevgisi bir alt başlıkta kazanım olarak işlenmiştir.


İki kardeş arasında derin ve içten bir sevgi bağı bulunmaktır. Kardeşine taktığı lakabın nedenini Jonatan şu sözlerle ifade etmiştir: “Jonatan bana Çörek derdi. Küçüklüğümden beri bu böyleydi. Bir seferinde niçin bana çörek diyorsun diye sormuştum, çörekleri çok sevdiğim için demişti. En çok da benim gibi çörekleri severmiş. Jonatan beni gerçekten çok severdi…” (s.7)


Eserin sonunda kötü bir şekilde yaralanan Jonatan ölmek üzereyken Karl, Aslanyürekli olmak yolunda son ve en büyük adımını abisine karşı duyduğu sevgi atarak Elma Vadisi’ne geçmek için abisi ile beraber yamaçtan aşağıya atlar.


Yalnızca Nangilima’ya giderse iyileşirmiş! Ah şimdi anlamıştım. Beni yine yalnız bırakmak istiyordu, bunu biliyordum! Daha önce de beni almadan Nangijala’ya gitmişti… ‘Bir daha olmaz!’ diye bağırdım. ‘Bensiz olmaz! Nangilima’ya bensiz gidemezsin!’

‘Benimle mi gelmek istiyorsun?’ diye sordu. ‘Ne sandın ya!’ dedim. Sen nereye gidersen oraya geleceğim dememiş miydim?”(s. 246)


Mekân tasviri genel hatlarıyla üç ana çerçevede incelenebilir. Ölmeden önce yaşadıkları kasaba ve orada anlatılan Karl’ın yaşadığı sıkıcı ev tüm ayrıntıları ile resmedilmiştir.

Öldükten sonra Nangijala’nın Kiraz Vadisi’nde abisine kavuştuğu doğa tam bir cennet tasviridir. “Kiraz vadisinin etrafı yüksek dağlarla çevriliydi. Dağlar da güzeldi. İlkbahardı, tepelerden dökülen suyun şarkısı yayılıyordu bütün vadiye. Havasında değişik bir şey vardı; içmek istiyordunuz, o kadar temiz o kadar güzeldi ki.”(s. 28)


Üçüncü mekân da Tengil’in eziyetleri altında ezilmiş güzelliğinden ve neşesinden eser kalmamış Yabangülü Vadisi’dir. Vadi gene de şehir dışında eski güzelliğini yaşar fakat Tengil’in askerlerinin bulunduğu şehir merkezi bir korku meydanı olarak anılabilir.


Sonuç olarak eser, ferdiyetçiliğin ön plana çıktığı dünyada unutulmaya başlanmış olan kardeş, doğa sevgisi ve yaşama isteğini çocukların anlayabileceği bir dille, canlı, öz bir şekilde fazla sanata kaçmadan ama kuru bir dile dönmeden anlatmıştır.


Emrecan Demirel

56 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör