top of page

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saf Şiir Anlayışı ve “Bir Gül Bu Karanlıklarda” Şiiri Üzerine

Şiir millî bir sanattır, yalnızca yazıldığı lisanın malıdır ve onun içindedir. Ses ve his ikilisi ise o değiştirilemeyen yapı taşlarındandır. Hayal ise onları tamamlar.

 

1940-1960 yılları arasında şiir çalışmalarını sürdüren Asaf Halet Çelebi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dıranas, Behçet Necatigil, Özdemir Asaf ve Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi şairler şiirde her türlü ideolojik kaygının dışında kalarak sadece öz şiiri amaçlamışlardır. Bu görüşü savunanlarda estetik unsurlar ön planda gelir. Şiir çoğu zaman didaktik bir kaygı gütmez. Saf şiir anlayışı Türk edebiyatında, Fransız edebiyatı şairlerinden Stephan Mallerme, Paul Verlaine, Arthur Rimbaud gibi şairlerin öne sürdüğü görüşler üzerine kurulmuştur. Şiirde anlam, şekil, mısra ve kelime seçimi gibi konularda ortaya konulan fikirlerin zamanla gelişmesi saf şiiri şekillendirmiştir.


Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre şiiri gerçek bir şiir yapan belli başlı değiştirilemez yapı taşları vardır. Ona göre gerçek şiirin, yani asıl sanat eserinin, kendi varlığından başka bir hedefi yoktur. Şiiri zaman ve hayal merkezlidir, bu yüzden öz şiiri benimsemiştir de denilebilir. Şiirde derinlik, ritim, ahenk, musiki, dilin ve malzemenin kullanımı onun için çok önemlidir. Şiir onun için anlaşılır bir dille, bireyin sanatsal ihtiyaçlarına cevap olmalı, duyuşsal formlarda, Türkçe’nin büyüsü ile okuyucuya aktarılmalıdır. Şiir dilinin hem sıradan konuşma diliyle hem de nesir dilinin işlenişiyle çok ayrı olması gerekir. Şiir, kurallarını dilden alan sanattır, dilin ve ritmin etrafında toplanmalıdır. Hislerimizden bir dünya oluşturabilme yetisini veren bu tür doğrudan doğruya konuşan bir sanat olduğu için Tanpınar’a göre öğretilemez bir sanattır. “Saf şiirde anlam 'esinlenmeye' dayalı bir durumdur. Doğrudan bir şeyler anlatmak düz yazıya hastır. Şiirde esas, bir şeyler hissettirmektir. Bu nedenle 'duyum' hayati bir değere sahiptir. Esinlenmeden yola çıkarak bir şeyler hissettirmek şiirde anlamın 'buğulu' bir hâle gelmesini mubah kılmaktadır. Saf şiirde, şiir bir izah ediş değildir.” (Kolcu, 2007: 214). Şiirde bir anlam vardır ancak bu anlam konuşma dilinin ve düzyazının anlamı değildir. Bu bağlamda da şiir, Tanpınar ve diğer saf şiir söylemi mensuplarına göre, asıl kıymetini söylenişi, hissettirdikleri ve manevi benliğindeki havası ile okuyucuya gösterir.

Her şiir ona göre bir sanat eseridir. Şiir kitabının bütününe tek bir sanat eseri gibi bakılamaz. Şiir millî bir sanattır, yalnızca yazıldığı lisanın malıdır ve onun içindedir. Ses ve his ikilisi ise o değiştirilemeyen yapı taşlarındandır. Hayal ise onları tamamlar. Şiirlerinde öncelikle en çok işlediği konu zamandır, ardından ise rüya gelir. Şiir bir nevi suskunluğun çocuğudur ancak o suskunluğu bulabildiği zaman ruhaniyetini kazanır. Ona göre öz şiir anlayışını benimseyen ya da benimsemeyen çoğu şair, kendi döneminde, bu ruhaniyetten uzaktadır. Öz Türkçe ile sesini duyurabilmek fikri bile çok kıymetlidir. Şiir üzerine yazdığı makalelerinde tüm bu işlenişi görebiliriz. Bu makaleler hem şiir nedir, şair nasıl olmalıdır, sorularına cevap olurken hem de edebî tenkit yönü ile okuyucu için dönemine ayna tutar niteliktedir. Şairimiz izlenimci bir karaktere sahiptir. Yahya Kemal ve Ahmet Haşim gibi önemli şairlere yakın yaşaması onun şiir estetiğinde çok önemli bir rol oynamıştır. Batılı şairleri iyi tanıması ise hem edebî tenkit de gelişmesini sağlamış, hem de şiir ufkunu genişletmiştir.


Bir Gül Bu Karanlıklarda Şiiri Üzerine

Şairin Bütün Şiirleri kitabından seçilen “Bir Gül Bu Karanlıklarda” adlı şiiri, beş dizesi ve o beş dizenin işlenişiyle, döneminde ve sonrasında büyük ses getirmiş, Mehmet Kaplan’ın makale başlıklarına kadar konu olmuştur. Ancak öğrencisi Kaplan bu şiiri başlık olarak kullansa da tahlil etmemiştir. Belki de büyüyü bozmamak adına, yorumu okuyucuya bırakmıştır. İlk dizesi üç satırdan oluşan şiirin, şair için öneminin biçimden çok anlamında olduğunu hemen kavrayabiliriz. Tanpınar daha ilk dizesinde “bir gül bu karanlıklarda” diyerek az söz ile çok şey ifade ediyor. Adeta ağır vuruşu tek seferde, ilk dizesinde yapıyor. Şair belki burada sevgilisine bir gül bu karanlıklarda, aydınlansın geceler gülüşünle, diyor. -ki burası bize Shakespeare’i de anımsatabilir- Belki de bir gülsün sen bu karanlıklarda, suskunluğa kendini mercan rengi bir kadeh gibi sunan, demek istiyor, yine sevdiğine belki de sevgilisine. Bu üç dizeyi, tıpkı şiirin tümü gibi her okuyucu beyninde farklı şekillerde anlamlandırabilir. Şair burada boşlukları doldurma şansını okuyucuya, bireyin hissiyatını merkeze alarak vermiş de diyebiliriz.


Bir sonraki dörtlüğe gelecek olursak bu dörtlük bize İkinci Yeni şairlerinin üslubunu da anımsatabilir. Başında bu mucizenin sesler, renkler ve kokular -İkinci Yeni’de de sesler renkler ve kokular anımsatıcılar olarak kullanılırdı- Tanpınar bu üslubu daha da genişletti, ebediyete kadar derin dedi. (Deruni şiir amacı güttüğünü bu dizelerden de anlayabiliriz.) Ebediyete kadar derin bir anın vadiyle bekler. Okurken müzikaliteyi hissedebiliyoruz ve o vaat etrafına bekleyen aşığı anımsıyoruz. Beklemek ve duymak fikri... Şiir bu bağlamda duyuşsal formlarda gerçek ihtiyaçlara cevap vermiştir de diyebiliriz. Tüm bu cevapları benimserken şiirin anlamının açık ve dilinin yalın olduğunu, Türk lisanının nasıl salt ve güzel kullanıldığını, bir kelimenin birçok anlamını sahnelenen bir oyun gibi yazarın bize gösterdiğini görebiliriz.


Bir sonraki dörtlükte şair anlamları, hayali ve gerçekleri harmanlayarak “gün doğumundan berrak sesiyle her ürperişte, geceyi yumuşatarak, bütün gözyaşlarım işte” diyor. Bize bu dizeleriyle adeta kendi arka bahçelerini sunuyor. Yine birçok anlamda yorumlayabileceğimiz bu dörtlükte ritmi duyuyoruz. Şair burada uykusundan uyandığında gecenin karanlığını sadece gün doğumunun değil, gözyaşlarının da yumuşattığını söylüyor, rüyada ya da kim bilir belki gerçekte, sevgilisinin fecirden daha berrak o sesiyle ürperdiğini dile getiriyor da diyebiliriz.


Bir sonraki dörtlükte artık şair bıkkınlıklarını dile getiriyor, varoluş mücadelesini gözler önüne seriyor; “Bu ümitsizlik yalvarışı, serinletmesin, ne çıkar?” umursamaz bir tavır ile başkaldırıp, sorguluyor. Okuyucuyu sert çıkışı ile sarsıyor. “Hiçbir meyve ve pınar ne de günlerin akışı.” -zamanın akışını öncelikle çağrıştırıyor- Ritim yine devam ediyor.


Son ve en önemli dörtlüğe gelecek olursak şair burada kendi şiir anlayışını oluşturan normları okuyucu için tekrar dile getiriyor. Zaman, rüya ve gerçeklik. “Yetmez mi bu müjde sana, aydınlatırsam alnını, ben rüyayı zamana taşıyan yıldız kervanı” diyor. Bu bağlamda yazar okuyucuya adeta zamanı ve mekânı aşabilen tek şey sevgidir. Sevginin müjdesi aydınlatırsa alnını sana yetmez mi, diyor. Ben ise bu rüyayı zamana taşıyan yıldız kervanıyım -mitolojik unsurlardan yararlandığını da görebiliyoruz- ben bu hayali gerçeğe taşıyan şairim, yıldız kervanıyım, sizse şiire ihtiyacı olan, boşlukları dolduracak olansınız, diyor. “Şiirde Rüya” makalesini hatırlayacak olursak Tanpınar; “Şiir ister bir rüyayı anlatsın, ister gerçeklikten bahsetsin, sanat da asıl olan o havayı kurabilmek, o duygunun keşifliği altından eşyayı görebilmektir.” diyor. Bu şiirinde de bu sözlerini destekler şekilde o havayı kuruyor, önce kendi o altından eşyayı keşfediyor, sonra okuyucusuna tasvir ederek keşfedecek ortamı sunuyor.


Kaynakça

  • UÇMAN, Abdullah, İNCİ, Handan. (2008), Bir Gül Bu Karanlıklarda, İstanbul, 3F Yayınevi, 877 s.

  • KOLCU, A. (2009), Tanpınar’ın Poetikası, Erzurum: Salkımsöğüt Yayınları, 128 s.

  • ENGİNÜN, İ. (2001), Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, İstanbul: Dergâh Yayınları, 542 s.

  • UÇMAN, A. (2013), Edebiyat Dersleri, İstanbul: Dergâh Yayınları, 320 s.

Servet Sena Çelik

953 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör