Kitabının adını Ahlat Ağacı koyar. Neden mi Ahlat Ağacı? Ahlat Ağacı, Sinan'ın ta kendisidir ya da bu coğrafyadaki insanın hikâyesinin özeti.
Ahlat Ağacı, yönetmen ve senarist Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu (2014) filminden sonra çektiği, dram türünde olan sekizinci uzun metrajlı filmidir. Dünya prömiyerini Cannes’da yapan film Cannes’dan eli boş dönse de seyirciye dakikalarca ayakta alkışlatabilecek etkiyi vermeyi başarabilmiştir. Ahlat Ağacı’nda Ceylan’ın diğer filmlerine nazaran süre daha uzun tutulmaktadır: Film 3 saat 8 dakikadır. Bu süre kimileri tarafından eleştirilse de kimileri tarafından Nuri Bilge Ceylan’ın kendi sinema dilini ortaya koyması bakımından yerinde bulunmuştur. Hatta Cannes Film Festival yönetimi Ceylan’ın festival için filmin süresini kısaltmasını istemiş fakat Ceylan bu isteği reddetmiştir. Bir diğer ayrıntı olarak Ceylan’ın Kış Uykusu’ndan sonra en çok diyaloga yer verdiği film Ahlat Ağacı olmuştur. Ama Ahlat Ağacı’nda, Kış Uykusu’ndan farklı olarak filmin dili o coğrafyada anlatılan hikâyeleri yaşayan karakterlerin ağzından konuşulur. Bu da Nuri Bilge Ceylan’ın yeni bir anlatım dili arayışının içinde olduğu şeklinde yorumlanabilir.

Filmin başrol oyuncularına bakıldığında yeni mezun, işsiz, edebiyat tutkunu, yazar olmak ve kitabını bastırmak isteyen genç oğul rolünde Aydın Doğu Demirkol (Sinan); emeklilik hayalini kuran ve emekli olacağı vakit alacağı parayla şehirden uzakta köyünde inzivaya çekilmeyi planlayan, ganyana kafayı takmış ve ganyan bayiinde vaktini harcayan, kimse tarafından anlaşılamayan, umursamaz, şakacı, sınıf öğretmeni olan bir baba rolünde Murat Cemcir (İdris) filmin başrol oyuncularıdır. Unutmadan bu baba ve genç oğul karakteri gerçek hayatta var olan kişilerden esinlenilmiştir. Hatta filmin senaryo ekibindeki Sinan Aksu’nun babası, Murat Cemcir’in oynadığı baba karakterinin esin kaynağıdır[1].
Film genel olarak oğul-baba çatışması olarak ilerlese de birey-toplum, birey-din, birey-bürokrasi, birey-tüccar, aydın-köylü ve merkez-taşra çatışması özelinde ilerlemektedir. Seyirci bütün bu çatışmalara Sinan’ın gözünden tanık olur. Sinan her seferinde bu çatışmaları sorularıyla irdeler, sorgular, tartışır ve cevaplar aramaya çalışır. Bazen sorduğu soruların acıtan gerçekliği ile karşılaşanlar ona sitem eder ve onu ukala bir genç olarak nitelerler. Filmin açılış sahnesinde Sinan’ın çayla simit yediği görülür ve Sinan dalgalı bir denize bakmaktadır. Daha ilk başta böyle bir sahne ile filme giriş yapılması Sinan’ın hayatındaki ve içindeki dalgalanmayı, Sinan’ın kıyıya vuran dalgalar kadar hırçın olduğu çıkarımını yapabiliriz.
Sinan etrafını saran gerçeklerin farkındadır; ya babası gibi sıradan bir öğretmen olacaktır ya da hayalini kurduğu kitabı basıp yazar olacaktır. Fakat kitabını bastıracak maddi imkânı yoktur. Sinan ailesinden beklediği maddi desteği de göremez. Üstelik ailesi baba İdris’in borçlarını ödemek zorundadır. Sinan bu yüzden en büyük hayaline engel olan babasına öfkelidir. Babasının hafta içi okulda hafta sonu köyde kör bir kuyuyu kazarak su çıkarmaya uğraşması ve umursamaz tavırları Sinan’ın öfkesini derinden derine nefrete dönüştürür. O, bu taşrada “ömrünü çürütmeyi” ve babasının izinden gitmeyi reddeder. Kendini taşradan kurtarmaya çalışır ama her seferinde bocalar. (Hayalleri taşraya sığmayan edebiyat tutkunu bir genç)
Sinan kendi söylemiyle köylü, parasız, işsizdir. Hayatına yön verecek olan KPSS’ye girmek için bile borç para almak zorundadır. Sinan kitabını bastırmak, hayaline ulaşmak için belediye başkanından ve inşaat sahibi işadamından destek bekler ama her ikisi de onu ve eserini anlamaz, ona yardımcı olmazlar. Sinan en sonunda tek çareyi babasının önemsediği cins köpeği satmakta görür. Aslında filmin başlarında Sinan’ın kuyumcu ile konuşmasından ve yazar Süleyman’a “Bir adamın çok kıymet verdiği bir eşyası var, sana fayda sağlayacak olsa alır mısın?” diye sormasından seyirci işin o noktaya gideceğini anlayabilir. Daha sonra Sinan’ın köpeği satmadan önce kendisinin Truva Atı içine saklandığı bir rüya görmesi yapacağı bu işten suçluluk duygusu duyduğunu ve inşaatçının onu milliyetçi olmamasıyla suçlaması sonucu bilinçaltında kendini hain hissetmesinin bir belirtisidir. Çünkü Çanakkale’ye düşmanlar Truva Atı’nın içine saklanarak girmiştir.
Sinan sonunda köpeği satar ve kitabını bastıracak parayı bulur. Kitabının adını Ahlat Ağacı koyar. Neden mi Ahlat ağacı? Ahlat ağacı Sinan’ın ta kendisidir. Ahlat Ağacı ormanda kendiliğinden biten yabani, garip, şekilsiz bir ağaçtır. Ormanın içinde yer alsa da orman ağacı sayılmaz, yetim çocuk gibidir. Ahlat ağacını kesseniz kimse size ceza yazmaz. Ahlat ağacının meyvesi dikenli, sert ve yenmeyecek kadar acı ve buruktur. İnsanın dudaklarını toplar, boğazını sıkar[2]. Ahlat ağacı Sinan’ın ta kendisidir ya da bu coğrafyadaki insanın hikâyesinin özeti.
Ailenin Sinan’ın köpeği sattığından haberi yoktur onlar köpeğin kaybolduğunu sanırlar. Köpeğin kaybolması en çok baba İdris’i etkiler. Çünkü bu dünyada onu yargılamayan tek canlı odur. İdris kendi el çizimiyle kayıp ilanı hazırlar, umursamaz adam geceleri kaybolan köpeği için gizli gizli hıçkırarak ağlar. Sinan ile babası arasındaki ilişkinin ilk dönüm noktası burada başlar ve Sinan derin düşüncelere dalar.

Sinan askere gidip geldikten sonra babasının emekli olduğunu ve köye yerleştiğini öğrenir. Annesine kitabını okuyup okumadığını sorar. Çünkü ilk imzalı kitabını ona imzalamıştır. Sinan annesinin kitabı okumadığını, kız kardeşinin ise kitabı yarıda bıraktığını öğrenince hayal kırıklığına uğrar. Çarşıda kitapçıya bıraktığı kitaplarının satılmadığını da öğrenince ikinci kez hayal kırıklığı yaşar.
Sinan babasının inzivaya çekildiği köye gider fakat babasını kaldığı evde bulamaz. Sinan beklerken masanın üzerindeki babasının cüzdanını karıştırır. Cüzdanın içinde kendi kitabının tanıtımının yapıldığı bir gazete kupürü bulur ve Sinan’ın gözünden yaş gelir. Bunca zaman oğluna karşı umursamaz gibi görünen baba aslında Sinan'ın yaşadığı buhranların farkında olarak yaşamaktadır ve oğluna uzakmış gibi görünse de onu evdeki herkesten daha çok önemsemektedir. Sadece bütün bunlar İdris’in mizacından kaynaklı umursamaz ve şakacı tavrı altında gölgelenir. Sinan kitabını ilk okuyan kişinin babası olduğunu ve babasının kitabı işaret ederek bu benim en iyi arkadaşım demesi üzerine baba-oğul arasında ikinci dönüm noktası yaşanır. Sinan artık yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Sinan’la yıllardır nefret ettiği babası arasında bir ortak nokta oluşur: Ahlat Ağacı. (İdris’in kuyuyu kazan oğluna bakışı)
Yönetmen filmi iki alternatif son şeklinde bitirerekyorumu izleyiciye bırakır. Birinci alternatif son İdris’in rüyasından verilir. Rüyada Sinan, İdris’in kazdığı kuyunun içinde asılmış şekilde gösterilir. Bu Sinan’ın yıllardır korktuğu şeye dönüşmesi sonucu bu hayatı kaldıramayıp canına kıydığı şeklinde yorumlanabilir. İkinci alternatif son İdris’in rüyadan uyanıp Sinan’ın kendisinin yarım bıraktığı kuyuyu kazdığını görmesidir. Bu da Sinan’ın artık kaderini, özünü ve babasının oğlu olduğunu kabul ettiği, otoriteye boyun eğdiği ve atadan gelen döngüyü devam ettirdiği şekilde yorumlanabilir. Böylelikle Hatice’nin Sinan’a sorduğu “İnsan neden en yakınında duran hayatı seçer?” sorusunun cevabını Sinan kendine yakın hayatı seçerek vermiş olur. Artık Sinan’ın yazgısını değiştirecek olan kör kuyudan çıkacak sudur.
[1] Nuri Bilge Ceylan, “Ahlat Ağacı Hakkında”, ONS Dergi, Yaz 2018, s. 14-19. [2] Şuayip Odabaşı, “Ahlat Ağacı”, Milliyet Blog, 11 Ekim 2010. http://blog.milliyet.com.tr/ahlat-agaci/Blog/?BlogNo=268767 Doğukan Ali Paker