Ayaz Ğıylecev'in ilk nesir ve sahne eserlerinde bile kendine özgü bir yazı üslubu, sert gerçekçilik ve kullandığı deyimlerin zenginliği okuyucunun dikkatini çeker.
“Savaşta ilk önce korkaklar ölür.”
Tataristan’ın halk yazarı, tiyatrocu, eleştirmen ve fikir adamı Ayaz Ğıylecev tarafından 1984-1988 yılları arasında kaleme alınan Yara, Fatih Kutlu’nun çevirisiyle Palto Yayınları’ndan Şubat 2018’de, Türkiye’de yayımlandı. Kitaba değinmeden önce yazarı hakkında bilgi vermek istiyorum.
Tatar edebiyatının önemli ve değerli yazarlarından Ayaz Ğıylecev, 17 Ocak 1928’de Tataristan’ın Çukmarlı Köyü’nde öğretmen bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelir.
1948’de, önceden başlayıp bıraktığı Kazan Devlet Üniversitesi Tatar Dili ve Edebiyatı Fakültesi’ne girer. Öğrencilik döneminde Edebiyat Kulübü ile de bağlarını sıkı tutar. Burada kendi tecrübelerini arkadaşlarıyla paylaşır, fikir alışverişinde bulunur. Savaş sonrası olan bu yıllar, Sovyet Rejimi’nin baskılar uygulamaya başladığı dönemdir. 1950’nin başında, içinde Ayaz Ğıylecev’in de bulunduğu bir grup Tatar öğrenci “Sovyet sistemine karşı halkı kışkırtmak ve milliyetçilik yapmak.” suçundan tutuklanır ve o senenin aralık ayında Ğıylecev, yedi yıl hapis cezasına çarptırılır. Ancak Stalin’in ölümünden sonra özgür kalır ve Kazan’a dönüp eğitimine devam etmesine izin verilir.

İlk nesir ve sahne eserlerinde bile kendine özgü bir yazı üslubu, sert gerçekçilik ve kullandığı deyimlerin zenginliği okuyucunun dikkatini çeker. Eleştirel realizmi ve özgün betimleme üslubunu Tataristan’daki millî, tarihî-sosyal hayatın zorlu ve çelişkili meseleleri ile birlikte, ahlaki problemlerle sıkı bağlantı içinde yansıtır.
Ayaz Ğıylecev romanları dışında; Tatar edebiyatındaki problemlere yönelik en çok da drama ve nesir alanında eleştirel gözlemleri, Tataristan’ın ekonomisi, kültürü ve bilim insanlarıyla ilgili makaleleri, denemeleri, hatıra yazılarıyla da tanınmaktadır.
Ğıylecev’in geniş yelpazeli edebî faaliyetleri, asırlardır süregelen Tatar kültürünü yeni değerlerle zenginleştirmiştir. Bunu göz önünde bulunduran dönemin Cumhurbaşkanı Mintimer Şeymiyev tarafından 1993 yılında, Ğıylecev’e “Tataristan Halk Yazarı” unvanı verildi. Ğıylecev aynı zamanda Tataristan’ın (1978) ve SSCB’nin (1985) Emektar Sanat Adamı unvanını da taşıyor.
Ayaz Ğıylecev, 13 Mart 2002’de Kazan’da vefat etmiştir. Mezarı, Yeni Biste Mezarlığı’ndadır. 2008 yılından beri toplam beş eseri (Bir Avuç Toprak, Edip Aklı, Gömlek, Cuma Günü, Akşam…, Yara) Fatih Kutlu’nun çevirisiyle Türkiye’de yayımlanmıştır. Bunların sonuncusu olan Yara, 1941-1945 yılları arasında süren Sovyet Rusya-Almanya savaşının yaşattıklarını anlatıyor.
Savaşa giden ve gittiğinden beri kendisinden hiç haber alınamayan cesur, zeki ve yetenekli bir kahramanımız var: Ğabdullah. Süleyman Efendi ile Züleyha Hanım’ın en küçük oğlu, yiğidi, umudu ve Zeytüne’nin yavuklusu. Ğabdullah'ın bir abisi bir de ablası var. Abisi, boğazına düşkünlüğü sebebiyle cepheye ulaşamadan Kazan yakınlarındaki bir kasabada ishal olur ve dizanteri hastalığına yakalanıp ölür. Ablası ise hayırsızın teki. Ana babasına, doğup büyüdüğü köye lanetler okuya okuya köyünden ayrılır ve Rus’un biriyle evlenip iki çocuk sahibi olur. Ne yazık ki çocukları, tek kelime dahi Tatarca bilmez… Böyle olunca Süleyman Efendi ile Züleyha Hanım, küçük oğullarına karşı daha bir umutlu. Olaylar da en çok Ğabdullah’ın anne-babası ve Zeytüne’nin etrafında dönüyor.
Savaş bitince askerler teker teker köye dönerler. Fakat Ğabdullah’tan hâlâ hiçbir haber yoktur. Süleyman Efendi ile Züleyha Hanım, küçücük bir umutla da olsa onu bekler. Babası, köydeki çatağın başında bulunan Kutlu Pınar’a ve köy halkının kutsallaştırdığı Yumru Taş’a yalvarır. Zeytüne de Ğabdullah’ı uzun süre bekler. Ona verdiği sözü tutar, görücülerini hep geri çevirir. Ancak Ğabdullah’ın senelerce dönmemesi ve bu süreçte hiçbir şekilde haber yollamaması Zeytüne’nin de umutlarını kırar. En sonunda, annesinin söylenmelerine karşı diyecek bir lafı olmadığından ve artık bir aile kurması gerektiğinden evlenir ve bir oğlu olur.
Ğabdullah, cephede teğmenliğe yükselir ve onu Tank Takım Komutanı yaparlar. Mart 1943’te bir cephede tankı alev alır ve tanktaki diğer askerler yanarak ölür. Ğabdullah ise kurtulur fakat vücudunun büyük bir bölümü yanmıştır. Ardından hastaneye götürülür, ameliyat olur. Artık yüzü tanınmaz hâle gelmiştir. Dolayısıyla bu durumdayken köye dönmek istemez ve komutanlarını ikna ederek yeniden cephede çarpışmaya başlar. Bu kez de Polonya’da ağır yaralanır ve tedavi için yeniden hastaneye gider. Vücudunda bir sürü kırık ve derisindeki yanıklar sebebiyle görünüşü tamamen değişir. Kamburu çıkmıştır ve ancak baston ile yürüyebilecektir. Hastanedekiler onu köyüne dönmesi için ikna ederler ve Ğabdullah seneler sonra köyünün yolunu tutar. Köyüne döndüğünde ise ilk işi Pınar Ana’ya gitmek olur. O gün, Zeytüne de çamaşır yıkamak için oradadır…
Ayaz Ğıylecev, Yara’da Tatar kültürünü de çok güzel sindirmiş. Bu sayede okuyucuya halkı biraz daha yakından tanıma olanağı sağlıyor. Aynı zamanda duygular konuya derinlemesine aktarılmış, dil akıcı ve okuyucu da yaşananlara dâhil olabiliyor.
Tansılu Altay