Halk aynen bir çiçeğe, güle benzer, âşık da aynen bir arıya, bir bülbüle benzer; gıdasını halktan alır.
Türklerin Anadolu’daki en eski yerleşim yerlerinden biri olan Çıldır; Kür nehrinin güneyinde, Çıldır Gölü’nün kuzeybatısında, Ardahan’ın doğusunda bulunan sınırda bir ilçemizdir. Anadolu’ya açılan bir kapı olan Çıldır defalarca el değiştirmiş, pek çok kez yağmaya maruz kalmıştır. 1068 yılında Sultan Alparslan, Çıldır’ı Bizanslıların elinden alıp Selçuklu hâkimiyetine geçirmiştir. 1124’te kuzeyden gelen Kıpçak Türkleri de bu bölgede uzun yıllar egemenlik kurmuşlardır. 1406’dan 1466 yılına dek Karakoyunluların egemenliği altında kalan Çıldır, daha sonra 36 yıl boyunca Akkoyunluların egemenliğinde kalacaktır. 1536’dan 1578 yılına kadar da Safevilerin yönetiminde olan Çıldır, Lala Mustafa Paşa komutasında gelen Osmanlı ordusunun Safevi ordusunu yenmesi sonucu Osmanlı topraklarına katılır. Lala Mustafa Paşa bu bölgeyi, merkezi Ahıska olan büyük bir beylerbeyliğine dönüştürür. 93 Harbi ile birlikte bu bölge Rus egemenliği altına girer. Rus egemenliği altında geçen yıllara bölge halkı “kırk yıllık kara günler” demektedirler.

Âşıklar geçmişten bugüne içinde bulunduğu, temsil ettiği halkın sesi soluğu olmuşlardır. 93 Koçaklaması’nda: “Ehl-i islâm olan işitsin bilsin/ Can sağ iken yurt vermeyiz düşmana” diyen Âşık Şenlik de “kırk yıllık kara günler”de Çıldırlıların sesi olmuştur. Şenlik; bazı araştırmacılara göre 1850, bazılarına göre de 1853 yılında Suhara’da doğmuş bir bâdeli âşıktır.[1] Onun yetişmesinde Hasta Hasan’ın payı büyüktür. Bir Terekeme olan Âşık Şenlik, şiirlerini Terekeme ağzı ile söylemiştir. Şenlik, kendisinden sonra yetişen pek çok âşığı etkilemekle beraber bir âşık kolunun da manevi ustasıdır. Şenlik’in yetiştirdiği çırakları Bala Kişi, Âşık Kurban, Âşık Hasanbalı, Âşık Mehemmed, Âşık Asker, Âşık Kurban, Âşık Süleyman, Âşık Demirkaya, Âşık Emrah, Âşık Balıbey, Âşık Mevlüt, Calalı Âşık Hüseyin Ural, Pekreşenli Âşık İbrahim, Revanlı Bala Mehemmed, Revanlı Âşık Ali, Âşık Bayram, Âşık Kasım ve Gülistan Çobanlar’dır. Şenlik’in oğlu Âşık Kasım, babasının gelecek nesillere tanıtılmasında çok etkili olmuş bir şahsiyettir. Âşık Şenlik’in diğer oğlu Namaz ve torunları Nuri, Salih ve Yılmaz da atalarının izinden gidip âşıklık sanatını icra etmişlerdir.
Çıldır’da Âşık Şenlik koluna mensup olmasalar bile bütün âşıklar için Şenlik Baba ayrı bir yere ve öneme sahiptir. Meclislerde, festivallerde her fırsatta söz Baba Şenlik’e getirilmekte ve Âşık Şenlik bölgede Köroğlu kadar saygı görmektedir. Âşık Şenlik aynı zamanda Latif Şah, Salman Bey ve Sevdakâr adlı halk hikâyelerinin musannifidir. Bölgede bu hikâyeler hemen hemen her âşık tarafından bilinip anlatılmaktadır. Şenlik’in bu kadar kıymetli görülmesinin sebebi, içine doğduğu toplumun kültürünü, inanışlarını, değerlerini şiirine en iyi şekilde yansıtmasıdır.

Baba Şenlik’ten sonra yetişen bütün âşıkların da Çıldır gelenek ve göreneklerini şiirlerine konu edindiklerini görmekteyiz. Âşık Yılmaz Şenlikoğlu’nun “Çıldır” adlı eserinde “Toy bayramda buluşurlar/ Oynayarlar gülüşürler/ ‘Aya’ diye konuşurlar/ Hoş danışar dilin Çıldır” sözlerinde de buna şahit olmaktayız. UNESCO tarafından 2008 yılında “Yaşayan İnsan Hazinesi” seçilen Şeref Taşlıova da Çıldır’ın âşıklık geleneğine kazandırdığı önemli isimlerdendir. “1952 yılında âşıklığa başladım. Benim âşıklıkta ustam, Doğu Anadolu’nun, Azerbaycan’ın ve hatta Türkiye’nin de çok iyi tanıdığı Çıldırlı Âşık Şenlik’in oğlu Âşık Kasım’dır. O benim ilk ustamdır.”[2] diyen Taşlıova; Âşık Müdâmi, Âşık Latif, Şavşatlı Deryamî gibi önemli ustalardan da ders almış, geleneği çok iyi bilen bir ustadır. Geniş bir hikâye repertuvarına sahip olan usta âşık, bölgenin diğer insanları gibi çocukluğunda her türlü köy işinde çalıştığından Çıldır halkının hayatını da şiirlerine taşımıştır. Ustası Âşık Kasım olan Âşık İlyas Kaya, Çıldır’ın Bozyiğit köyünde doğmuştur ve Âşık İbrahim Gülmehmetoğlu’nu yetiştirmiştir. Âşık Sabri Şimşekoğlu, yaşamında ve öldükten sonra da kıymeti anlaşılamamış büyük âşıklardandır. Bizim Çıldır’ın gölüne/ Kaz geldi yârim gelmedi diyen Âşık Sabri Şimşekoğlu; Çıldır Gölü’nün kıyısında bulunan, önceden Çıldır’a bağlı olup şu anda Kars’a bağlı olan Doğruyol köyündendir. Âşık Atalay gibi sanatını hâlâ icra eden usta bir âşığı yetiştirmiştir. Bölgeden pek çok halk türküsünü derleyerek topluma sunmuş olan Âşık Durmuş Denizoğlu da yöre halkı tarafından tanınan ve sevilen ozanlardan olup tıpkı Âşık Şenlik, Âşık Gülistan ve pek çok âşık gibi oğlunu çırak olarak yetiştirenlerdendir.
Çıldır, sadece adını zikrettiğimiz bu ustaları yetiştirmemiş, aynı zamanda İrfânî, Molla Hâlis, Sedayi Baba, Âşık Hacı İsa, Kâmil Erdoğan, Çıldırlı Kul Ahmet, Âşık Abdullah Uzunkaya gibi önemli ustaları da edebiyatımıza kazandırmıştır. Bunların dışında günümüz âşıkları da değiştirerek bile olsa hâlâ geleneği yaşatmaktadırlar. Âşık Şenlik’in oğlu ve Âşık Kasım’ın çırağı olan Âşık Dursun Durdağı, Burhâni mahlasını kullanmaktadır. Güvenocaklı olan âşık, hâlâ âşıklık sanatını icra etmektedir. Defalarca Konya Âşıklar Bayramı’na katılmış olan Burhâni’nin kendi tasnif ettiği Yusuf İskender, Ömer Nazanı, Aydın ile Nevreste ve Cefâkâr adlı dört hikâyesi bulunmaktadır. “Dudak Değmez”de Âşık Şenlik Ödülü’nü almış olan Âşık Burhâni, Çıldır’da âşıklık geleneğini her şeyiyle yaşatan kıymetli bir âşığımızdır.Dursun Durdağı’nın Âşık Mehmet Oktay gibi pek çok âşığa ustalık etmiş bir çırağı vardır. Şenlik Baba’nın “Can kurban olsun Çıldır’a edeb erkân ordadı” sözünden etkilenen Mehmet Oktay, Erkâni mahlasını kullanmaktadır. Âşık Mehmet Oktay da Tünay Aksu ve Âşık Seyyati gibi çıraklar yetiştirmiştir. Âşık Mehmet Oktay’ın atışmalarda kuvvetli olduğu bölge âşıklarınca kabul edilen bir gerçektir. Şenlik’in torunu ve Âşık Kasım’ın oğlu olan Yılmaz Şenlikoğlu, ata mesleğini sürdüren âşıklardan olup usta malı eserlere çok hâkim olduğu görülmektedir. Yener Yılmazoğlu da Çıldır’ın yetiştirdiği geniş kitlelerce tanınan bir halk ozanıdır. Sazı ve sözü çok kuvvetli olan Karslı Âşık Murat Çobanoğlu’nun çırağı olmakla beraber dayısı Âşık Abdullah Uzunkaya’nın onun üzerindeki etkisi fazladır. Çıldır’da devam eden âşıklık geleneğini kitle iletişim araçlarına taşımış, âşıklık sanatı üzerine pek çok televizyon programı yapmıştır. Âşık Bayram Denizoğlu da tıpkı Yener Yılmazoğlu gibi geniş kitlelerce tanınmış, sanatını pek çok platformda icra eden bir âşıktır. “Anam kete yapar bizde paylardık/ Sevinirdik biz de bayram eylerdik/ Tandıra sallanır güler söylerdik/ Masal anlatırdık sıralarında”[3] dizelerinden de anlaşılacağı gibi içinde doğduğu kültürü eserlerine taşıyan ve daha çok gurbetçilerin hislerini dile getiren bir âşıktır.
Çıldır’da âşıklık geleneğini devam ettiren üstatlardan biri de Âşık İsrafil Uzunkaya’dır. Kendisinin Âşık Şenlik’in beşinci kuşağı olduğunu söyleyen İsrafil Uzunkaya, çok gezdiğinden dolayı ustaları tarafından ona “Seyyati” mahlasının verildiğini söylemektedir. Mehmet Oktay, Dursun Pünhani, Yılmaz Şenlikoğlu gibi usta âşıklardan eğitimini almıştır. Seyyati gibi Tünay Aksu da Çıldır’da canlı bir şekilde geleneği devam ettiren üstatlardandır. Pek çok yöresel makamı iyi bilen ve atışmalarda iyi olan Âşık Faruk Erdoğan da Çıldır’da geleneği devam ettiren bir Terekeme âşığıdır. Çıldır’ın yetiştirdiği âşıklardan biri de Âşık Harun Koca’dır. Eski adı Suhara olan Âşık Şenlik’in doğduğu kasabada dünyaya gelen Harun Koca, Âşık Şenlik koluna mensup bir âşıktır. Âşıklığa başlama sebebini âşıklık kültürünü iyi bilen bir aileden gelmesine bağlayan Harun Koca, 18 yaşına kadar hep Şenlik Baba’nın sözlerini duyarak büyümüş ve Âşık Şenlik’in torunu Yılmaz Şenlikoğlu’nun çırağı olmuştur. Düğünlerde, kahvehanelerde, derneklerde, âşık meclislerinde sanatını icra eden Harun Koca, geleneğin devam etmesi için âşıklık kültürünü elektronik ortama taşıyan ozanlardandır. Âşıklık kültürünün devamlılığı için usta-çırak ilişkisinin şart olduğunu söyleyen Harun Koca’nın on iki yaşında, Birol Karagöz isimli bir de çırağı vardır.
Son elli yılda kültür ikiliği hızla ortadan kalkmaktadır. Bugün köylü ve çiftçi toplumdan, kentli ve sanayileşmiş topluma geçilmektedir. Halkın yarısı artık aydınlarla aynı kültür çevresini paylaşmaktadır. Köyde kalanlar için de durum aynıdır.[4] Bu, Âşıklık kültürünün zayıflamasına hatta kimi bölgelerde yok olmasına sebep olmuştur. Çünkü taşrada yaşayan insanlar da artık şehirlerde yaşayan insanlarla aynı sorunları yaşamaya başlamış, aynı televizyon programlarından zevk almaya başlamışlardır. Bunun bilincinde olan âşıklar, geleneği elektronik ortama taşıyarak buradan sanatlarını devam ettirmişlerdir. Kahvehaneler, düğünler, toplantılar gibi icra edenle dinleyicinin yüz yüze olduğu sözlü kültür ortamlarında her seferinde yeni bir metin oluşmaktadır. Sanatını sosyal medya yoluyla icra etmeye çalışan âşıkların da eserlerini belirli miktarda ekran karşısında onu izleyen dinleyicileri belirlemektedir. Çıldır’da iş imkânlarının az olması, bölgenin nüfusunu olumsuz yönde etkilemiş ve bölgede genç nüfus azalmıştır. Kentlere göçmüş olan halk, arkalarında bıraktıkları kültürlerine, köylerine, geleneklerine özlemini sosyal medya vasıtasıyla ulaştıkları âşıkların dillendirdikleri eserleri ile dindirmeye çalışmaktadırlar. Bu sebeple âşıkların da gurbet, köy, köy hayatının doğallığı, özlem gibi konulara özellikle eğildikleri dikkat çekmektedir. Sosyal medya dışında Maksut Feryadî’nin İstanbul’da kurmuş olduğu “Âşıklar Otağı”nda da usta âşıklar ya da çıraklar sanatlarını icra etmektedirler. Burada önceden kahvehanede âşıklar nasıl sanatlarını icra ediyorlarsa aynı şekilde geleneğe bağlı olarak kültür yaşatılmaktadır. Genellikle Karslı, Ardahanlı, Erzurumlu âşıklar gelip İstanbul’daki gurbetçilerle buluşmaktadırlar. Burada sazın sapına para asılır, âşıklar atışır, lebdeğmez yapılır, konuklar hoşlanır, hikâyeler anlatır. Dinleyicilerin âşığa duyduğu saygının bozulmamış olduğu, onu toplumun bilirkişisi olarak gördüğü de dikkat çekmektedir. Bu, İstanbul’da yaşayan ve kültürlerinden uzak kalan halk için köklerine bağlı kalma çabası olarak yorumlanabilir.

Çıldırlılar için kaz, önemli bir yere sahiptir. Yumurtadan çıktığı andan itibaren özenerek baktıkları bu hayvanın lezzetinden de vazgeçmezler. Daha ziyade ağır misafirlere ikram edilen kaza da gurbetçilerin özlem duydukları düzenli olarak yapılan “kaz geceleri”nden belli olmaktadır. Bu kaz geceleri de yöre âşıklarının sanatlarını icra ettikleri yerlerdendir. Ancak bu gecelerde âşıkların daha çok usta malı eserleri ve en çok bilinen türkülerini okudukları, töreye dikkat etmedikleri görülmektedir.
Gurbetçiler âşıklara sosyal medya yoluyla ya da kaz geceleri, dernek toplantıları yoluyla ulaşırken Çıldır’da âşıklar düğünlerde ve kahvehanelerde dinleyicisi ile buluşmaktadır. Önceden âşıklar köy ocakları denilen, sadece âşıkların sohbetleri için yapılan özel yerlerde sanatlarını icra ediyorlardı ancak günümüzde köy kahvehanelerinde eskisi kadar sık olmasa da toplanıp geleneği devam ettirmektedirler.
Günümüz âşıklık geleneğiyle ilgili bazı tespitlerde bulunan Erman Artun, âşıklık geleneğini besleyen sözlü geleneğin zayıfladığını, usta-çırak ilişkisinin çözülme noktasına geldiğini, geleneği bilen dinleyici kitlesi çok azaldığı için yeni âşıkların denetlenemediğini söylemektedir.[5]Artun’un söyledikleri Çıldır’da yaşayan âşıklık geleneği için de geçerlidir. Yeni ustaların artık eskisi gibi âşık yetiştirmediği bilinen bir gerçektir ancak köklerinden kopma korkusu içerisindeki halk, genciyle yaşlısıyla âşıkları dinlemekte ve tanımaktadır. Yörede sanatını icra eden âşıkların Türkiye genelinde tanınmamalarının sebebini seslendirdikleri türkülerdeki yöreselliğe bağlayabiliriz. Dinleyicileri sadece Kars, Ardahan çevresi ile sınırlı olan bölge âşıkları doğal olarak sadece bölge halkının acılarını, sevinçlerini, esprilerini kullanmaktadır ve bu onların Türkiye’nin her bölgesindeki insanlara ulaşmasına engel olmaktadır. Denizoğlu’nun; “Aman bizlere benzemez torpağı daşı/Yadıma çoh düşdü evelih aşı/Tulum pendirinen tendır lavaşı/ İki tehne bişirereh bol yolla”[6] sözlerinden de anlaşılacağı gibi sadece yöre insanının özlemini duyacağı şeylere yönelmişlerdir. Bunun haricinde evrensel duygulardan söz etseler bile bunları çoğunlukla Terekeme ağzıyla dillendirdikleri için ya da geleneği modern insanın ilgisini çekecek biçimde sunamadıkları için tanınmamış olmasalar da Türkiye’nin en doğusunda, yüksek rakımlı o platoda, âşıklar başlarına kara papaklarını geçirip, ellerine sazlarını alıp köklü bir geleneğin belki de son halkası olarak âşıklık sanatını icra etmektedirler. Saim Sakaoğlu 1995’te “Kars’ta gelenek âşığa ve şiire verilen önemle oranla kendini koruyabilmiştir. Hâlâ düğünlerde âşıklar saz çalıp şiir söyleyebiliyor ve buna paralel olarak da dinleyici bulabiliyorsa gelenek devam edecek demektir.”[7] demiştir. Çıldır’da âşıklık geleneğinin hâlâ devam edebilme sebebi, halkın âşıklara duyduğu sevgi ve âşıklarını kaybederlerse köklerini kaybedeceklerini düşünmeleridir. Erkâni, “Halk bizi teşvik etti, halk bizi âşıh yaptı. Biz halkın âşığıyız. Kendi kendime ben nası âşıh olacam? Daşa duvara mı âşıh olacam? Âşıhlık, Cenâb-ı Allah’ın verdiği bi ilhamdı. Bu sevgiyi biz halktan aldıh halka yansıttık. Halk aynen bir çiçeğe, güle benzer, Âşıh da aynen bir arıya benzer, bülbüle benzer; gıdasını halktan alır.”[8] diyerek aslında âşıklık geleneğinin Çıldır’da hâlâ devam edebilme sebebini açıklamaktadır.
[1] Erman Artun, Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı: Edebiyat Tarihi/ Metinler, Karahan Kitabevi, Adana 2016, s. 376. [2] Nur İrem Ataman, Aslı İşler, “Şeref Taşlıova ile İki Söyleşi”, Türk Dünyası, S. 39, s. 213-228. [3] https://www.youtube.com/watch?v=4lK98UeFz8g [4] Erman Artun, Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı: Edebiyat Tarihi/ Metinler, Karahan Kitabevi, Adana, 2016, s.229 [5] Erman Artun, Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı: Edebiyat Tarihi/ Metinleri Karahan Kitabevi, Adana, 2016, s.231. [6] https://www.youtube.com/watch?v=kLzwR2-1xa0 [7] Saim Sakaoğlu, Âşık Edebiyatı Araştırmaları, Kömen Yayınları, Konya, 2014, s. 270. [8] https://www.youtube.com/watch?v=ek53_GQYIq0 Cansu İrmak